Öğrenci Faaliyeti yazıları | Boğaziçi Direnişi ve Öğrenci Gençlik Hareketi: “Ok fırladı çıktı yaydan”

“Umut kesmek insanlığa aykırıdır.”[1]

Memleketin dört bir yanında üniversiteliler, günlerdir sokaklara kararlılık ve inanmışlıkla tek bir ses taşıyor: “Kayyumlar gidecek biz kalacağız!”

Boğaziçi Üniversitesi’ne Erdoğan tarafından, AKP milletvekili aday adayı Melih Bulu’nun kayyum olarak atanmasıyla üniversiteliler bulunduğu her alanda ses çıkarmaya, özerk-demokratik üniversite talebini yükseltmeye başladı. 4 Ocak Pazartesi günü Boğaziçi Üniversitesi önünde barikatı zorlayanların kararlığı İzmir’e, Ankara’ya, Trabzon’a, Eskişehir’e ve daha birçok şehre yayıldı. Devlet o kadar korkmuş olacak ki Ankara’da polis araçları üniversitelilerin evlerinin önünde bekletildi.         

Pandemi boyunca üniversitelerin kapalı olmasının büyük etkisiyle öğrenci gençlik hareketi uzun bir durgunluk sürecindeydi. Bu durgunluk süreci üniversitelilerin etkisiz ya da edilgen bir pozisyonda durmaları olarak algılanmasın. İlk kısıtlamalarla birlikte yurtlarda kalan eşyalardan online eğitimin niteliksizliğine, yetersiz burs/kredilerden öğrenci düşmanı sınav kurallarına kadar üniversiteliler öfkesini biriktirdi. Belki de en önemlisi, öğrencilerin büyük çoğunluğu askeri bir darbenin ürünü olan YÖK’ü daha yakından tanıdı, YÖK’ün işlevine bizzat tanık oldu. Yukarıda saydığımız karar ve uygulamaların hepsi üniversitelilerin iradesini yok sayarak ya da onları süreçten tamamen dışlayarak hayata geçirildi. Üniversitelerin en büyük bileşeni olan öğrencileri karar alma süreçlerinden tamamen dışlayan YÖK sisteminin üniversiteliler nezdinde birebir deneyimlenmesinin ardından bir gece yarısı gelen Erdoğan’ın Boğaziçi Üniversitesi’ne kayyum atama kararı, daha yakıcı bir şekilde, memleketin yönetilme stratejisinin üniversitelerdeki yansıması oldu.

Ölü Toprak Dağılırken

Neoliberal kapitalizmin gençliği kontrol altına almaya yönelik geliştirdiği korku temelli geleceksizleştirme stratejisi Saray faşizminin pandemi dönemini yönetememesiyle bağlantılı olarak zayıfladı, faşizmin gençlik üzerinde kurmaya çalıştığı hegemonya kırılganlaştı. Memleket siyasetinde yönetememe krizi içerisinde olan Saray faşizmi, geçmişte de iktidarların çabaladığı gibi 2002’den bu yana öğrenci gençliği kontrol altında tutmaya, etkisizleştirmeye ve kendi çıkarları uğruna mobilize etmeye çalıştı. Öyle ki kayyum Melih Bulu, atayanından almış olduğu vizyonla kayyumluğunun ilk gününde Boğaziçi Üniversitesi kapısına kelepçe vurdurdu. 18 yılda AKP tarafından akademide yaratılan yıkım, üniversitenin kapısına vurulan kelepçeden daha iyi anlatılamazdı. Sermayenin üniversiteye sokulması, bilginin üzerindeki neoliberal tahakkümün artarak bilginin metalaşması ve sermaye yararına üretilmeye çalışılması, nitelikli akademik kadroların üniversitelerden KHK’lar ile atılması, üniversite kampüslerinin karakollara çevrilmesi en başta YÖK düzeni ile sağlanırken AKP iktidarları döneminde ise olağanüstü bir şekilde hızlandı.

Pandeminin en başında, üniversitelerin tatil edilmesinden önce yukarı yönlü bir ivme yakalayan öğrenci gençlik hareketi, pandeminin getirdiği bilinmezlikler ve önünü görememesi sebebiyle çeşitli pratikler denemiş olsa da durgunluğunu bozucu bir sıçrayış yapamamış, yukarı yönlü seyreden ivme böylece düşüşe geçmiştir. Boğaziçi Üniversitesi’ne atanan kayyum ile başlayan ve şimdilerde bütün üniversitelere sözünü söyleme olanağı sağlayan Boğaziçi Direnişi, 2020 Mart’ından bu yana öğrenci gençlik hareketinin üzerindeki ölü toprağı atmasını sağladı.

Boğaziçi Direnişi’nin hemen ardından birçok üniversitede öğrenci dayanışmaları kuruldu. Bu dayanışmalar yukarıdan bir anlaşma ile bir araya gelmek yerine en aşağıdan öğrencilerin yan yana gelerek oluşturduğu ve örgütlü üniversitelilerin kolaylaştırıcı işlevinde bulunduğu bir biçimde hayata geçirildi. Dayanışmalar birbiriyle o kadar koordineli bir biçimde ilerledi ki Boğaziçi kayyumunun kapısına kilit vurulurken Ege’de öğrenciler kayyum Necdet Budak’ın kapısından mührü eksik etmedi. Aşağıdan bir hareketin gücünü ortaya koyan bu koordineli pratikler, yeni dönem öğrenci gençlik hareketinin yeniden inşası yolunda da birçok ipucunu içerisinde barındırıyor. 

4 Ocak Pazartesi günü Boğaziçi Üniversitesi önünde toplanan öğrenciler üniversiteye kelepçe vuranlara, üniversite önüne barikat kuranlara meşru bir şekilde cevabını vermiş, mesele Boğaziçi Üniversitesi sınırlarını aşarak, özerk-demokratik üniversite talebi ekseninde ve söz, yetki, kararın üniversite bileşenlerine verilmesi fikrinde bütünleşmiştir.

Dipten Gelen Dalga: Ferman Devletin, Üniversiteler Bizimdir

Üniversitenin kapısına kelepçe vurulmasının ardından üniversitelilerin direnişi, öğrenci gençlik hareketinden tarihi boyunca korkmuş olan faşizmi korkuya itmiş olacak ki direnişin ardından üç gece boyunca üniversitelilerin evi basıldı, duvarları kırıldı.

AKP-MHP ittifakını kendisinde bütünleştirme uğraşında ve kontrgerilla şefi olmaya meraklı olan Süleyman Soylu, danışmanları ile birlikte üniversitelileri hedefine oturtmuş ve alışıldık “bunlar terörist” masalını okumuştur. Gelin görün ki; Saray faşizminin ne gözaltı tehdidi ne de hedef göstermeleri kar etmedi. Üniversite – sermaye işbirliği isteyenlere akademisyenlerin, öğrencilerin ve işçilerin cevabı “ortak mücadele, özerk üniversite” oldu. Boğaziçi Direnişi dalga dalga yayıldı. En önemlisi bu dalga, en dipten gelen dalgaydı. Polis barikatına cüretle yürüyen öğrencilerin, kampüsleri şenlik alanına çevirenlerin, bulundukları her yeri eylem alanı eyleyenlerin arasından yükselerek, yani sahici bir toplumsallığa yaslanarak ortaya çıktı Boğaziçi Direnişi. Dipten dalgayı, Bimeks işçilerinin nefesi, Boğaziçi’ne girebilmek için gecesini gündüzüne katarak çalışan öğrencinin soluğu, özgür ve nitelikli bir akademi için elini taşın altına koyan öğretim üyelerinin döktüğü ter, polis barikatını yaran üniversitelilerin sıkılı yumruğu oluşturmuştu.

Akademisyenler, öğrenciler, işçiler ile birlikte topyekün bir mücadele anlayışının önemli bir pratiği olan Boğaziçi eylemleri, üniversiteye sıkışıp kalan, üniversite-memleket bağını kuramayan bakış açılarına da bir cevap olmuştur. Toplumsal muhalefetin en dinamik gücü olan ve bu dinamizmi sebebiyle toplumsal hareketlerin motor gücü olan öğrenci gençlik hareketini hafife alan, tarihi çarpık bir okumayla yorumlayarak “artık her şey bitti, daha önce karşı çıkacaktınız” diyen anlayışlarda payına düşen cevabı kuşkusuz aldılar.

Boğaziçi eylemlerinde de hedef olan LGBTİQ+ bireyler, egemenleri gökkuşağı ile tedirgin etmeyi yine başardı, sloganlar ötekileştiren, ayrıştıran, öcüleştiren devlete cevap niteliğindeydi. Boğaziçi eylemleri bu yönüyle de kimlikleri dolayısıyla ötekileştirilen, yok sayılan kesimlerin varlığını bir kez daha ispatlama pratiği oldu.

Boğaziçi Direnişi, egemenlerin üniversiteyi istediği gibi şekillendirme uğraşlarına söz, yetki, karar hakkı talebi etrafında bir cevap vermiştir. Üstelik bunu üniversitenin bütün bileşenleri ile birlikte yaparak, hem üniversitenin hem memleketin yeniden inşasının yol haritasını gözler önüne sermiştir. Öğrenci gençlik hareketi Boğaziçi Direnişi ile birlikte, meşru, militan bir tarzda, yürütülen toplumsal hareketlerle organik ve sahici bir bağ kurarak kurma iradesini bir kez daha ispatlamıştır. Bu ispatın ardından ise tarihin önümüze attığı soru, özerk-demokratik üniversite fikrinin eyleminin sürekliliğinin nasıl sağlanacağıdır.

Olanaklar: Öğrenci Gençlik Hareketinin Yeniden İnşası

Boğaziçi Direnişi’ne yaklaşımların hepsinin ortaklaştığı nokta açıktır. “Boğaziçi artık yalnızca Boğaziçi değildir.”

Devlet Bahçeli’nin “Başları ezilmelidir” diye buyurduğu, akademi çıkışlı olan Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın “Cumhurbaşkanının yetkilerini sorgulamaya açmak doğru değildir” diye söz ettiği bir siyasal atmosferde, Boğaziçi Direnişi, Boğaziçi Üniversitesi’nin dört duvarı arasına sıkışamazdı.

Devletin Bahçeli’nin çağrısına biat ederek üniversitelilerin evlerinin kapısını değil, duvarlarını kırması, İbrahim Kalın’ın meseleyi Melih Bulu’dan çıkararak doğrudan cumhurbaşkanına bağlaması, Soylu’nun öğrencileri hedef göstermesi, yandaş kanallarda tek tek öğrencilerin isimlerinin okunması devletin bile isteye seçtiği bir yöntem olarak karşımıza çıkıyor.

Devletin bu yöntemine karşı öğrenci gençlik hareketi cevabı en aşağıdan yapılan örgütlenmelerle verdi. Devletin meseleyi cumhurbaşkanına bağlamasının yanıtı ise özerk-demokratik üniversite talebi ekseninde gelişti.

Online eğitim süresi boyunca üniversiteliler söz, yetki, karar hakkı talebiyle tanışıktı. Boğaziçi Üniversitesi’ne kayyum atanmasıyla bu tanışıklık gelişti ve aradaki bağ çok daha rahat bir şekilde kurulmuş oldu. Bugün öğrenci gençlik hareketinin önündeki olanak, online eğitimde kendisine sorulmadan alınan kararlara itiraz eden üniversiteliyi, Boğaziçi Direnişi’nin örgütlü güçleriyle yan yana getirebilmektir. Aşağıdan bir öğrenci hareketinin imkânlarını polis barikatının zorlanmasında, Kadıköy’de uzun süre sonra dolan mitingde, çığ gibi büyüyen dayanışma mesajlarında gördük, görmeye devam ediyoruz.  

Öğrenci gençlik hareketinin yeniden inşası yolunda önemli bir işaret fişeği olan Boğaziçi Direnişi’nin gerek memleket gündemiyle doğrudan kurulan bir bağı olması gerekse de aşağıdan bir hareket sonucu gelişiyor olması ölü toprağı üzerinden atan öğrenci gençliğin daha ofansif bir tarzda hareket edebileceğinin de sinyallerini veriyor.

“Öyle mi alay komutanı” diyen işçilerin cüreti ile “Hiç utanmanız yok mu” diyen üniversitelilerin sesini, “Biz çocuklarımıza onurlu bir gelecek bırakacağız. Ya siz?” diyen barış akademisyenlerinin haysiyetini, seçme ve seçilme hakları gasp edilen Kürt illerinden yükselen “Bir ülke kayyumlarla yönetilemez” sözünü aynı polis barikatı önünde yükseltebilirsek devletin korktuğu başına gelecektir.

O halde durmayalım. Bir, iki, üç daha fazla Boğaziçi Direnişi!


[1] Yaşar Kemal, Demirciler Çarşısı Cinayeti, YKY, 2020, syf. 185

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir