Öğrenci Faaliyeti Çevirileri | “Dünya İşçi Gününde, Biz Halen 8 Saatlik İş Günü İçin Savaşıyoruz.” – Alex N. Press
1886 yılında işçiler sekiz saatlik iş günü talebiyle ilk 1 Mayıs’ta bir araya geldi. Bugün Starbucks mağazalarından Amazon depolarına kadar bu mücadele devam ediyor.
Geçtiğimiz Pazar günü Staten Island’da Amazon işçileri için düzenlenen bir mitingde konuşan Uçuş Görevlileri Birliği-CWA Başkanı ve ABD işçi hareketinin sol kanadının liderlerinden Sara Nelson, “Amazon işçileri yüz yıl önce uğruna mücadele ettiğimiz şeyler için mücadele ediyor” dedi. Nelson, müşterilerin Amazon’dan her zamankinden daha fazla ürün sipariş ettiği ve şirketin ek geçici işçiler aldığı tatil dönemlerinde “yoğun sezonda” on veya on iki saatlik vardiyaların yanı sıra zorunlu fazla mesai gerektiren Amazon’un depo-iş programlama uygulamalarına atıfta bulunuyordu.
İlk 1 Mayıs gösterisinin yapıldığı dönemde, on iki ve hatta on altı saatlik işgünü normdu ve işçi sınıfına istediklerini yapmak için çok az zaman bırakıyordu. Daha sonra Uluslararası İşçi Günü olarak anılacak olan 1 Mayıs 1886’da, Birleşik Devletler genelinde üç yüz bin işçi sekiz saatlik işgünü talebiyle birleşik bir eylemsellik düzenledi.
Chicago, kırk bin işçinin iş bırakarak eylemlere katılmasıyla hareketin kalbi oldu. Eylemler birkaç gün boyunca devam etti. 3 Mayıs’ta polisin McCormick Reaper Works fabrikasında işten çıkarılan çelik işçilerine saldırması ve katletmesi sonucu işçi liderleri ertesi gün kentin Haymarket Meydanı’nda şiddete karşı bir protesto çağrısında bulundu. Kalabalığın içine bir bomba atılınca polis ateş açtı. Olaylar sekiz anarşistin tutuklanması için bir bahane oluşturdu ve bu kişiler daha sonra cinayetten suçlu bulunarak dördü 11 Kasım 1887’de asıldı. Haymarket olayı bunu tarihi bir sınıfsal bayram gününe dönüştürdü: Uluslararası İşçi Bayramı.
ABD’li işçiler nihayetinde sekiz saatlik iş gününü standart hale getirme mücadelesini kazandılar, ancak zaman içinde bu kazanım erozyona uğradı. Hâlâ bazen “hafta sonunu seviyorsanız, bunun için sendikalara teşekkür etmelisiniz” denilse de, pek çok çalışan için hafta sonu diye bir şey artık yok. Amazon’dan gıda üretim sektörüne, eğlence dünyasından hizmet sektörüne kadar pek çok sektörde çalışanlar, kendi istekleri ne olursa olsun, işverenlerin en kârlı ve verimli bulduğu işlere göre programlanıyor.
Birçok işyerinde bu, işgücüne tam zamanında uygulanan bir model olan son dakika planlaması anlamına gelmekte. Birçok gıda hizmeti ve perakende çalışanı gelecek haftanın programını Pazar akşamı alıyor ve çocuk bakımını koordine etmek ya da doktor randevuları ve benzerleri için plan yapmak için çok az zaman kalıyor. New York gibi bazı bölgelerde işverenlerin önceden program sunmalarını ve program değişiklikleri için prim ödemelerini zorunlu kılan yasalar çıkarılmış olsa da, ülkenin büyük bölümünde program istikrarı mevcut değil ve çalışanlar hayatlarını patronlarının kaprislerine göre şekillendirmek zorunda kalıyor.
Nelson’ın konuşmasından ayrıksı olarak ve işçilerin bağımsız Amazon İşçi Sendikası (ALU) ile sendikalaşacak ikinci Amazon tesisi olup olmama konusunda oylamayı henüz tamamladıkları Amazon’un LDJ5 tasnif merkezinde sorun çok fazla iş değil, yeterli iş olmaması. İşçiler merkezdeki çalışanların yüzde 80’inin tam zamanlı saatleri tercih etse de birçoğunun yarı zamanlı çalışmak zorunda kaldığını söylüyor. Şirket bu talepleri çoğu zaman tekrar tekrar reddediyor ve algoritması verimli bulduğunda başka işçiler getiriyor. Bu tür zorunlu yarı-zamanlı çalışma durumu hiçbir şekilde Amazon’a özgü bir durum değil; farklı sektörlerdeki işçiler ikinci ve üçüncü işlerle geçimlerini sağlamaya çalışıyor.
Bazıları için çok fazla, bazıları için çok az gelen çalışma saatleri farklı meseleler gibi görünse de aslında çıktığı kapı birebir aynı: kişinin kendi çalışma saatleri üzerindeki kontrol eksikliği. Karl Marx’ın Kapital’de aşırı çalışma ile eksik çalışma ya da işsizlik arasındaki ilişkiyi tanımladığı gibi, “İşçi sınıfının istihdam edilen kesiminin aşırı çalışması yedeklerin saflarını şişirirken, tersine, yedeklerin rekabet yoluyla istihdam edilen işçiler üzerinde uyguladığı daha büyük baskı onları aşırı çalışmaya boyun eğmeye zorlar ve sermayenin emirlerine tabi kılar.”
Bu açıdan da Nelson’ın Amazon çalışanlarının yüzyıl önce verilen bir mücadeleyi sürdürdüklerine dair açıklaması doğru: pandeminin iki yılında, işçileri kolektif eyleme iten en önemli konulardan biri iş günü mücadelesi.
Pandemi sırasında işgücü piyasası daralırken, bazı işverenler yeterli personel istihdam etmek için gereken nakit ve sosyal hakları sağlamak yerine mevcut çalışanlarına zorunlu fazla mesai dayatmayı tercih etti. Zaman zaman seksen saate kadar uzayan uzun çalışma haftaları, Nabisco ve Frito-Lay’deki gıda üretimi işçilerini 2021’de greve itmeye yardımcı oldu. Benzer bir hayal kırıklığı Kellogg’s çalışanlarının da iş bırakmasına neden oldu: bazı işçiler haftanın yedi günü, günde on iki ve hatta on altı saat çalışıyordu. IATSE üyesi yaklaşık altmış bin film ve televizyon çalışanı, aynı sorun nedeniyle ülke çapında bir greve eşi benzeri görülmemiş bir şekilde yaklaştı ve sektörde uykulu araba kullanmayı olağan bir olay haline getirecek kadar uzun çalışma günlerinin eşiğine geldi.
Birçok çalışan faturalarını ödemek için fazla mesaiye bel bağladığından, daha kısa çalışma saatleri talebi kaçınılmaz olarak yaşanabilir ücret ihtiyacıyla iç içe geçmektedir. Yakın zamanda yapılan bir araştırmaya göre, ülkenin en büyük şirketlerinin çoğu hala çalışanlarının çoğuna saatte 15 doların altında ücret ödüyor ve federal asgari ücret 2007’den bu yana hiç değişmeden saatte 7,25 dolarda kalıyor. Bu durum değişmelidir. AFL-CIO’nun ilk başkanı Samuel Gompers, sekiz saatlik işgünü mücadelesi için “Diğer konularda ne kadar farklı olurlarsa olsunlar … tüm emekçiler … bu konuda birleşebilirler” derken, ücretler yeterince yüksek olmadıkça işçiler geçimlerini sağlamak için ya fazla mesaiye ya da ikinci ve üçüncü işlere yönelecek, daha az çalışma ve yaşamak için daha fazla zaman talebinin arkasında birleşmeyi engelleyeceklerdir.
COVID sonrası işgücü kıtlığının baskısı altında, birçok ABD’li işçinin ücretleri artıyor – on yıllardır süren durgunluğu telafi edecek kadar olmasa da – ve sendikaların çok az ya da hiç varlık göstermediği şirketleri örgütlemek için henüz ilk aşamalarında da olsa bir hareket başladı. Starbucks çalışanları ivme kazanmaya devam ediyor: Şirketin yaklaşık dokuz bin kurumsal mağazasından iki yüzden fazlası Ulusal Çalışma İlişkileri Kurulu (NLRB) seçimleri için başvuruda bulundu ve kırk tanesi bu oylamaları kazandı. NLRB, her ne kadar hala ciddi şekilde yetersiz fonlara sahip olsa da ve bu nedenle şirketin alenen yasadışı olan sendika kırma kampanyasını ele almada çok yavaş olsa da, 1930’lardan bu yana olduğu gibi işçi yanlısıdır ve şimdi Starbucks’a yasadışı olarak işten çıkarılan işçileri işe geri alması için dava açmıştır.
COVID sonrası işgücü kıtlığının baskısı altında, birçok ABD’li işçinin ücretleri on yıllardır süren durgunluğu telafi edecek kadar olmasa da artıyor ve sendikaların çok az ya da hiç varlık göstermediği şirketleri örgütlemek için henüz ilk aşamalarında da olsa bir hareket başlamış halde. Starbucks çalışanları da ivme kazanmaya devam ediyor: Şirketin yaklaşık dokuz bin kurumsal mağazasından iki yüzden fazlası Ulusal Çalışma İlişkileri Kurulu (NLRB) seçimleri için başvuruda bulundu ve kırk tanesi bu oylamaları kazandı. NLRB, her ne kadar hala ciddi şekilde yetersiz fonlara sahip olsa da ve bu nedenle şirketin alenen yasadışı olan sendika kırma kampanyasını ele almada çok yavaş olsa da, 1930’lardan bu yana olduğu gibi işçi yanlısı olmaya devam ediyor ve şimdi Starbucks’a yasadışı olarak işten çıkarılan işçileri işe geri alması için dava açmış durumda.
Amazon da işçi sınıfı saldırısının merkez noktası haline geldi. Diğer pek çok depo sendikalı olsa da şirket uzun zamandır sendika karşıtı bir kale konumunda. Hem depo çalışanları hem de teslimat operasyonları için sendikaları dışarıda tutan Amazon, sadist algoritmik yönetim ve yüksek iş gücü devrine öncülük ederken başka yerlerde de ücretleri ve çalışma koşullarını aşağıya çekti. ALU’nun Staten Island’daki bir depo olan JFK8’de örgütlenmiş olması önemli bir başlangıç – çabalar ALU ya da diğer sendikalarla birlikte diğer depolara da yayılırsa, bu muazzam öneme sahip bir atılım olacaktır (ve ALU’nun JFK8’de böyle bir ivme olmadan güçlü bir sözleşme kazanmasını hayal etmenin çok az yolu var). Şirket ABD’nin en büyük ikinci işvereni ve pek çok açıdan sektörlerdeki çalışma koşullarının öncüsü konumunda. Amazon’da sendikalaşma konusunda yaşanan heyecan, emek dünyasında bir deniz değişimi anlamına geliyor.
Amerika Birleşik Devletleri’nde sendikalaşma oranı pandemi süresince artmadı: yüzde 10,3’te kaldı. Özel sektörde ise bu oran sadece yüzde 6,3. İşçi sınıfı örgütsüz kalmaya devam ediyor ve bu örgütsüzlük işveren saldırılarını da beraberinde getiriyor. İşyerinin diktatörce kontrolü, işçilerin günlerinin yapılandırılması üzerindeki gücü de içerir, ancak hem sendikalı işçiler arasında hem de Amazon’un genişleyen işgücü gibi, kişinin zamanı üzerindeki kontrolünü geri almak için son zamanlarda verilen mücadeleler bu düzenlemeye meydan okuyor. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki işçi hareketini ilk kez Uluslararası İşçi Günü yapan şey, onu bir kez daha yeniden şekillendirebilir.