Bir Mevzi Olarak: Vakıf Üniversiteleri
Vakıf üniversitelerinden memlekete bakmak tarihsel sayfanın ipuçlarını taşıyor, derinleşen ekonomik krizin yansımalarını görmek, neoliberalizmin iflas nidalarına kulak kabartmak için yüzümüzü vakıf üniversitelerine dönmek elzem görünüyor. Sistemin göbeğinde yer alan vakıf üniversitelerinden anti-kapitalist bir öğrenci gençlik hareketi yaratmak; Saray faşizminin çözülüşünü üniversitelerden karşılamak için kaçınılmazdır. Türkiye’de 208 üniversite bulunmaktadır. Bunlardan 129’u devlet, 75’i vakıf üniversitesi 4’ü ise vakıf meslek yüksekokulu olmakla beraber ilk kurulan vakıf üniversitesi sırasıyla: YÖK kararı ile kurulan Bilkent Üniversitesi ardından 1993 yılında kurulan Koç Üniversitesi, 1994 yılında Sabancı, Başkent ve Bilgi,1996’da Atılım, Işık ve Yeditepe kurulmuştur. 2000 yılına dek 20’ye yakın vakıf üniversitesi kurulmuşken 2002 yılında AKP iktidarıyla beraber vakıf üniversitesinin niceliği artmaya devam etti. Türkiye’de üniversite açma politikalarını incelerken AKP öncesi ve sonrası olarak iki döneme ayırmak mümkün olacaktır. 1980 ve 2002 arası AKP öncesi dönemde, neoliberalizmin üniversite içinde hakim paradigma olmasının zemini hazırlanıp bilginin metalaştırıldığı, üniversitenin ticarethane öğrencinin müşteri olduğu bir ikiliğin taşları döşenirken AKP ile beraber hem neoliberal politikalar ile üniversitenin dönüşümü sağlanıp araçsallaştırılırken hem de İslamcı burjuvaziye üniversitelerden pay verilerek iki ayaklı bir süreç örülmüştür. AKP’nin iktidar olduğu 2006-2008 tarihlerinde “Her İle Bir Üniversite” politikası ekseninde üç büyük şehre yayılan vakıf üniversiteleri, AKP dönemiyle nitelikten, bilgi ve üretiminden yoksun bir biçimde ivmeyle artmıştır.
Üç büyük şehrin dışında Gaziantep-Konya-Kayseri-Mersin gibi yeşil sermayenin kaleleri olan illerde yoğunluk gösteren vakıf üniversiteleri islamcı burjuvazinin ekonomik ve teknik zeminini örgütlemiştir.Burjuvazinin ve iktidarın hegemonyasını sağlamlaştırdığı vakıf üniversitesi modelinde denetimin ve disiplinin yoğun olduğu, bilginin metalaştırılıp araçsallaştırıldığı,eğitimin niteliksizleştirildiği, muhalif olanın yok sayılarak ötekileştirildiği; yoğun ders programları ile üniversite ve memleket diyalektiğinden uzaklaşan suya sabuna dokunmayan bir öğrencilik inşa edilmek istenmiştir. Üniversite ve memleketin politik nosyonundan uzaklaşan, neoliberalizmin perçinlediği bireysellik bayrağının heveskar taşıyıcısı olmaya ‘geleceğin lideri’ olmaya aday olan vakıf üniversitesi öğrencisi bu paradigmanın içine hapsolmuş gerçeklik ile bağını kopardığı için politik olana yabancılaşmıştır. Bu yabancılaşmanın esas kaynağı öğrencilerin yoğun ders programıyla alıkonulması ve üniversiteye yönelik herhangi bir itirazda, disiplin cezası ve burs kesintisi ile tehdit edilmesi olmaktadır. Soruşturma ve burs kesintisi tehdidi ile burun buruna kalan, eğitim ücretini ödemek için kimi zaman okurken çalışmak zorunda bırakılan vakıf üniversitesi öğrencilerinin adeta denetim ile kuşatılmış bu üniversiteleri seçmesinin en önemli sebebi ise öğrencilerin sosyo-ekonomik durumudur. Bulunduğu sınıftan farklı bir sınıfa atlamak isteyen veya sınıfının kültürel kodlarını yaşatmak isteyen öğrencilerin tercih döneminde vakıf üniversitesi tercih ettiği gözlemlenmektedir. Öyle ki, prestijli vakıf üniversiteleri öğrencileri müşterileştirerek onlara statü vaad edip burjuva kültürel değerlerlerin yaşatılmasının olanağını sağlarken bu durum aynı zamanda öğrencinin sınıf kinini derinleştiriyor, sınıf çatışmasının ortaya çıkmasını körüklüyor. Koç, Sabancı, Bilgi, Bilkent gibi üniversiteler burjuva değerlerin, avrupa merkezli düşünüşün yaşatılması için olanak yaratırken Bezmialem- Fatih Sultan Mehmet- İstanbul Sabahattin Zaim gibi üniversiteler ise AKP’nin siyasal islamcı orta sınıf öğrencisini yaratmak için bir imkan oluşturuyor. Vakıf üniversitelerinde tezahür eden bu iki uç Vakıf üniversitesine burslu giren öğrencinin sınıf kinini derinleştiriyor. Burjuva kültürel değerleri yücelten üniversitelerde, öğrencinin dinlediği müzik, gördüğü ülke bir hiyerarşi oluştururken AKP’nin proje üniversiteleri ise kişinin araba markasından, çantasına mülk temelli bir hiyerarşi oluşturuyor. Yaratılan bu hiyerarşiler ise nerede, ne biçimde olursa olsun kaçınılmaz son olarak çatışmayı yaratır, sınıfsal ayrımı sarihleştirir.
Bu kültürel hegemonya ve sınıfsal ayrım üniversitenin dönüşümünde önemli bir rol alarak üniversite ve üniversiteliyi neoliberalizm tarafından kuşatılmış bir ahvale sürükler. Neoliberalizmin üniversiteye saldırısının temsili olan vakıf üniversiteleri, bir üniversite anlatısının dahi uzağında yer almaktadır çünkü klasik anlamda bir devlet üniversitesinde var olan geleneğe ve anlayışa bir saldırı varken vakıf üniversiteleri dizayn edildiğinden klasik anlamda üniversitenin dahi uzağında konumlanmaktadır. Devlet üniversitelerinde neoliberal politikalar ile bir kuşatma, saldırı varken vakıf üniversitelerinde dizayn edilen anlayış tarihsel olarak üniversite-akademi anlayışının uzağı olduğu için yapılması gereken en temelden bir üniversitenin inşasının olanağını yaratmaktır. Elbette ki bu inşa, yukarıda bahsedilen sınıfsal çatışmaların ve müşteri olma anlayışının teşhiri ile yapılmalıdır.
Vakıf Üniversitelerinde Bir Direniş Havzası Oluşturmak:
2022 yılının sonunda vakıf üniversitelerinde eğitim ücretlerinin yapılan zamların ardından vakıf üniversitelerinde parçalı da olsa direniş örnekleri gördük. ‘Saray Faşizminin yarattığı ekonomik krizin faturasını öğrenciler ödemeyecek’ diyen üniversiteliler burs kesintisi, disiplin soruşturması tehdidine rağmen Doğuş Üniversitesi, Kadirhas ve İstinye gibi üniversitelerde yapılan zamlara karşı mütevelli heyetlerden hesap sordu. Peki bu eylemselliklerin devamı neden gelmedi, eylemler neden kazanım ile sonuçlanmadı? Bu soruyu cevap verebilmek için öğrenci gençlik hareketinin Boğaziçi Direnişi’nden sonraki dönemine bakmak yeterli olacaktır. Şüphesiz ki pratiklerin ve eylemlerin içine gömülen, toplumsal tepki yaratmanın dışına çıkamayan öğrenci gençlik, kampüste kalıcı ağaçlar bırakmaktan giderek uzaklaşırken güvene dayalı ilişkiler geliştirmeye de yabancılaşıyor. Tüm bu olumsuzlar ekseninde yeniyi bulmaya ve yaratmaya ihtiyacımız var. Kampüslerde sıradanlaşmış, kimi zaman tali görünen sorunlara eğilmek, toplumsal tepkinin yanında kalıcı ağaçlar yeşertmek sistemi ortasından yaracak öğrenci muhalefeti yaratmaya adaydır. Neoliberalizmin örgütlü biçimde kuşattığı vakıf üniversitelerinde direniş potansiyeli varken, yapmamız gereken bu direniş potansiyelini aktüel ve kalıcı hale getirmektir. Direniş potansiyelinin aktüel ve kalıcı hale evrilmesi, Bilkent Üniversitesi örneğini anımsatıyor. Bilkent öğrencileri, kimi zaman Mahsa Amini için kimi zaman üniversitelerin online eğitime geçişine karşı kimi zamansa ‘dumansız kampüs projesi’ne karşı kampüsteki en dipten gelen öfkeyi toplumsallaştırarak onu politik bir mefhum haline getirerek bunu bir nebze olsun gerçek kıldı.
Çelişkilerin Ortasında Dayanışmayı Örgütlemek:
Sermayenin para hırsı ile adaletsizliği ve eşitsizliği yaratmaya çalıştığı yaşama karşı başka bir yaşam tahayyülü her daim olagelmiştir. Adaletsizlik ve eşitsizliğin karşısına hak ve eşitlik arayanlara karşı sermaye ve koruyucuları çeşitli tahakküm yolları ile onları sindirmeye çalışmıştır. Bu sindirme ve saldırı politikaları vakıf üniversitelerinde de üniversiteyi piyasanın laboratuvarı haline getirerek bu üniversitelerin kritik bilgi üretmelerinin önüne ket vurmuş ve bilginin, hayatın işleyen akışını kritik ederek ve bu kritikten sonra yeni tahayyül için çabalamaya çalışarak oluşacağını savunarak başkaldıran öğrencileri ise maddi konularda sıkıştırarak sindirmeye çalışmıştır. Ne var ki, vakıf üniversitelerini kapitalizmin laboratuvarı yapan bu sistem deneyimlerinden öğrendikleriyle tahakküm alanlarını devlet üniversitelerine de yaymaya çalışmaktadır. Dolayısıyla sistemin yaymaya çalıştığı tahakküme karşı biz de üniversitelerde mücadeleyi ortaklaştırarak yaymak için mücadele etmeliyiz. Üniversitelerde yayılarak büyüyen özerk, demokratik ve eşit üniversite mücadelesi ve böyle bir üniversite tahayyülü bize tüm yaşam için bir gelecek tahayyülü de kazandıracak ve mücadele bir yaşam boyu yeni bir hayat için büyüyerek devam edecektir. Ezcümle, neoliberalizmin örgütlü bir biçimde kuşattığı, belleksizleştirilen ve mekansızlaştırılan öğrencinin müşteriyi üniversitenin, şirketi temsil ettiği vakıf üniversitelerinde etkin ve örgütlü direniş havzası oluşturmak için ihtiyacımız olan kavram dayanışmanın kendisidir. Memleket siyasetinin dönüşümler geçireceği bu dönemeçte dayanışma ile çelişkileri derinleştirip kampüslerde toplumsal öfkeyi büyütmeliyiz..