Öğrenci Gençlik Hareketinin Krizi: Toplumsallaşma
Teorinin krizi olmaz, somut koşulların somut tahlilini yaparak suyun akışını değiştirebilecek gücü toplayamayan ya da böyle bir yeteneğe sahip olmayan devrimci öznenin krizi olur. V.İ.Lenin
Fredric Jameson, “Dünyanın sonunun geldiğini hayal etmek, kapitalizmin sonunu hayal etmekten kolaydır.” der. Kapitalizmin neoliberal evresinin sonu tartışılıyor. Pandemi sonrası küresel ölçekte yaşanan krizlerin tanığıyız. Tanıklık ile kalmanın mümkün olmadığı çağda, sistemin yarattığı krizlerin aynı zamanda muhattabıyız. Sonu gelmekte olduğu tartışılan neoliberalizmin alternatifini yeniden üretmeye çalışan egemen sınıfın siyasal fraksiyonları arasındaki kavganın ‘an’ı yaklaşıyor. İçinde bulunduğumuz coğrafyada kavgamızın tarafı olan Saray Faşizminin ekonomik, siyasal ve toplumsal olarak çözülüş sürecindeyiz. Bu yazıda egemen sınıfların siyasal fraksiyonları arasında yaşanan kriz ve çözülüş süreçlerinde öğrenci gençliğin kendisini yeniden inşa ederek sırtlanacağı yük tartışılacaktır. Haziran İsyanının ardından kurulan ve direnişin nüvelerini mücadele alanlarına akıtmaya çalışan mücadelemizin genel hattından başlayarak, öğrenci gençlik hareketinin krizleri değerlendirilecek ve -Türkiye Devrimci Hareketinden bağımsız olmadığı odağa alınarak- krizden çıkışa dair yöntem önerileri ile faşizmin çözülüş döneminde üniversiteyi bir aktör haline getirmenin olanakları tartışılacaktır.
Öğrenci gençlik mücadelesini nasıl görüyoruz? Nereden ve nasıl omuzlamaya çabalıyoruz?
2017 yılının Nisan ayı itibariyle Haziran İsyanının deneyimini, tarzını ve devrimci mücadelenin bütününe önerdiklerini harmanlayacak öğrenci gençlik hareketinin tohumlarını kampüslere atmaya çabaladık. Haziran İsyanı, devrimci mücadelenin mevcut kurduğu dil ve yöntemlerin tekrar sınandığı ve yine devrimci mücadele alanlarındaki öznelerin deneyimleri ile güncellendiği bir süreci bizler için ifade ediyor. Alttan çalışmanın meyvelerini verdiği dönem aynı zamanda Saray’ın faşizmi devlet katında kurumsallaştırdığı döneme denk geldi. Yeni mücadele araçlarının arayışı içerisinde Öğrenci Faaliyeti, kampüslerde üniversitelilerin sorunlarını/ itirazlarını akıtacağı ve günün güncel mücadele biçimleri ile ifade edebileceği ana gövdelerden birisi haline gelmişti. Öğrenci Faaliyeti, gündelik-tali olarak görülen sorunların neoliberalizmin çelişkilerini yansıttığına inanarak sistem karşıtı bir öz-örgütlülük yaratma çabasıdır. Bu çaba aynı zamanda kendini, anti-faşist bir mücadele hattı ile yoğurarak ana gündemlerinden birini de kampüslerde devletin palazlandırdığı çetelere karşı mücadele olarak var etmiştir. Öğrenci Faaliyetinin neoliberalizmin korku temelli geleceksizleştirme stratejisine karşı, “Geçinemiyoruz” isyanını örgütlemeye çalıştığı dönemde ekonomik kriz günden güne derinleşmiş ve “Geçinemiyoruz” çığlığı somut bir sese kavuşmuştur. Bugün de Öğrenci Faaliyeti, Saray Faşizminin çözülüşünü derinleştirmek için ön almalı, gençliğin isyanının önemli bir kanalı haline gelmelidir. Çünkü Öğrenci Faaliyeti; öğrenci gençlik hareketinin bir parçası, öğrenci gençlik hareketi de tümden devrimci hareketin bir parçasıdır. Buna dayanarak, üniversitenin duvarları bizim için memleketi göremeyecek kadar yüksek değildir.
Toplumsallaşma kavramını mükerrer olmaktan çıkarmak:
Saray Faşizminin çözülüş yeni bir restorasyon ve dönüşüm döneminin kapı deliğinden gözüktüğü böylesi bir dönemde öğrenci gençlik hareketi açısından belirli sorulara cevap üretmek gerekiyor. Öğrenci gençlik hareketi, faşizm koşullarında sırtını kampüslere dayayarak krizlere somut bir cevap üretemedi. Alışılagelen yöntemler ile kampüste alan açmak olanaksız hale geldi. Bu konjonktürde önümüze koymamız gereken sorulardan ilki, yeninin yaratıcı dili ve yöntemi ile kampüslerde alan açmayı hedefine alan öğrenci gençlik hareketini yeniden, mücadele içinde ve birlikte nasıl örgütleyeceğiz? Kampüste alan çalışmalarının içinde derinleşmeyi ve öğrenci kulüplerinden ÖTK’lara kadar üniversitenin sinir uçlarında mevzilenmenin önemini tartışıyoruz. Bugün üzerinde çokça tartışılan, dönem dönem tekrarlanan toplumsallaşmaya ihtiyacımız olduğu açıktır. Bu toplumsallaşmayı yığın olarak biriktirmenin ötesine geçip, devrimci hareket ile toplum arasında yıpranan güven ilişkilerini de bu süreç içerisinde inşa etmeyi önümüze koymak ve ayağa kaldırmak zorundayız. Toplumsallaşma yalnızca bir sonuç tespiti değil, sahici bir strateji ile birleştirilmesi gereken devrimci görevdir. Bugün önümüzde duran bu görevi derinlemesine ele almalı fakat sonu olmayan bu kuyuyu kazarken yüzeye çıkışın basamaklarını da inşa etmeliyiz. Faşizmin çoklu kriz yaşadığı bu dönemde öğrenci gençlik hareketinin mücadele olanakları bu strateji ile harmanlanmalıdır. Her yeni dönemi güncel bir tartışma ile beslemek devrimci mücadelenin büyümesine katkı sağlar. Başta sorduğumuz sorunun -öğrenci gençlik hareketinin örgütlenmesi ve faşizmin karşısında bir aktör olması- cevabını yeni bir tartışma ekseniyle de besleyebiliriz.
Kıyıya köşeye itilmiş üniversiteler: ‘’Ezilenlerin silahını ezenler üretir!’’
Türkiye’de 1980’lerden beri “her ile bir üniversite” politikası uygulanıyor. Vakıf üniversiteleri yaygınlaştırılarak diploma, mesleki programlara katılımın ardından verilen bir sertifikadan farkı olmayan bir belgeye çevrildi. AKP, neoliberal politikalar ile üniversite sayısını arttırarak üniversitenin altını dinamitledi. Türkiye’de bugün üniversite sayısının 200’ü aştığını görüyoruz. Neoliberalizmin ilerleyişini hem Türkiye Devrimci Hareketinin kendi krizleri sebebiyle hem de birçok farklı dinamiğin etkisi ile durduramayan öğrenci gençlik hareketinin bugün çizeceği rotada AKP döneminde sayısı 200’ü aşan bu üniversitelere yüz çevirmek değil, yine neoliberalizmin kendi eliyle yarattığı bu alanların örgütlenmesi olacaktır. Bilimin üretildiği köklü üniversiteler olarak adlandıracağımız üniversitelerde (ODTÜ, Boğaziçi, İstanbul, İTÜ, Ankara, Ege) örgütlenme çalışmalarından söz edebiliyorken, bu köklü üniversitelerin çeperinden uzakta kalan, ‘’kıyıya köşeye itilmiş’’ ve belleğimizde her metrobüs durağında gördüğümüz kadar bildiğimiz üniversitelerde ise örgütlenmelerin zayıf bir seyri olduğunu görmekteyiz. Fahiş yemekhane fiyatlarından akademinin niteliksizleşmesine kadar birçok sorun bu üniversitelerde sistemin çelişkilerini örtülü olmayan bir şekilde gözler önüne sermektedir. Bu alanlarda iktidarın ve faşist çetelerin etkileri yüksek olsa da, Saray Faşizminin köklü ve solun tarihsel olarak güçlü olduğu üniversitelerde özel olarak yürüttüğü ablukadan hayli uzak alanlar olduğu da bilinmekte. Vakıf üniversiteleri bu alanın büyük bir kısmını oluşturmaktadır. Vakıf üniversiteleri, öğrencilerin neoliberal politikaları en derinden hissettiği, eğitimin sektör haline geldiğinde nasıl tartışıldığının en açık yansıması olarak karşımızda duruyor. Ekonomik krizin ve enflasyonun artmasıyla her yıl eğitim ücretlerinin katlandığı vakıf üniversitelerinde örgütlenmek ve üniversitelilerin geleceksizliğe karşı itirazının kanalı haline gelmek gerekmektedir. Sadece İstanbul’da sayısı 40-50’lere varan, kıyıya köşeye itilmiş üniversitelerde mücadeleyi büyütmek ve öğrenci gençlik hareketinde toplumsallaşmanın yeni bir adımını oluşturmak anlamında önemlidir. Bu adım yalnızca basit bir anlamda örgütlenmenin değil, köklü üniversitelerin çevrelenmesi ve buralardaki baskı ortamının kırılması adına da elzemdir. Boğaziçi’nde filizlenen yeni bir direnişin kenti kuşatması ancak böyle mümkün olabilir.
Üniversiteyi hatırlamak: Fakülte örgütlenmeleri:
Üniversite ticarethane, öğrenci müşteri denklemi ile akademi bilimden uzaklaşarak niteliksizleştirildi. Akademisyenler performans ölçütü, öğrenciler disiplin soruşturmaları, üniversite emekçileri ise sendikasızlaştırılarak terbiye edilmeye çalışıldı. Üniversitenin altını dinamitleyenlere, akademinin içini boşaltanlara verilecek bir cevap var: Fakülteler bizim! Bugünlerde üniversitenin herhangi bir genç için ne anlama geldiğini anlamak için bütünlüklü bir şekilde eğitim sistemini irdelemek gerekiyor. Eğitim sistemi yıllardır her siyasal iktidarın bir yapbozu şeklinde değiştirilmekte, değiştirildikçe de karmaşık bir hale getirilmektedir. Yapboz haline getirilen eğitim sisteminin liselerinde öğrenciler için hedef; nitelikli üniversiteler değil, meslek ve kariyer odaklı alanlardır. Üniversitenin anlamı; maaş, meslek ve kariyer üçgenine sıkıştırılmıştır. Öğrenciler de fakültelere ilk olarak bu pragmatist anlayışla giriş yapmakta. Okulun ilk zamanlarında amfilerde öğrenciler, üniversitede geçireceği muhtemel yılları değil, ya mezun olduktan sonra alacağı maaşı ya da gelecek kaygısını tartışıyor. Bu yaratılan atmosfer, üniversitelinin bölümü ile kurduğu ilişkideki niteliğin altını dinamitlemektedir. Meslek odaklı ilerleyen bu anlayışa karşı akademiyi savunmak ve fakülte örgütlenmelerini iş kolu şeklinde örgütlemekten ayırmak günün güncel ihtiyaçlarındandır. Diğer taraftan üniversitelere yapılan müdahaleler de fakültelerin niteliğini azaltmakta, bilgi üretim sürecini tahrip etmektedir. Kariyerizm, liselerde olduğu gibi üniversitelerde de sistemin aracı olarak örgütleniyor. Üniversiteliler kapitalizmin değer yargıları ile yalnızlaştırılmakta; rekabet ve hırs başarı için erdem sayılmaktadır.
Sonuç Yerine:
Bizler için toplumsallaşma stratejisi yalnızca nicelik bir artışın arayışı değil, üniversite ile memleket arasındaki duvarların aşılmasının da çabasıdır. Demokratik üniversite mücadelesi, memleketten ayrı düşünülemez. Toplumsal mücadelenin en dinamik bir motor gücü olarak barikatlarda, direnişlerde ve faşizme karşı mücadelede yerini alır. O yüzden öğrenci gençlik hareketinin krizini çözmenin çabası, toplumsal mücadeleye ivme kazandırma mücadelesidir.