Öğrenci Faaliyeti yazıları | Squid Game: Anlatılan Senin Hikayendir

Güney Kore yapımı Netflix dizisi Squid Game, gösterime girdiği andan itibaren dünyada Türkiye’de büyük ilgi uyandırdı. Dizi, sosyal medyada çok konuşuldu, Netflix’in en çok izlenen yapımları arasında yerini aldı. Kapitalizmi kelimenin tam anlamıyla “vahşi bir oyun sahası” olarak yansıtan film, büyük para ödülünü kazanmak için “ölümüne” yarışan karakterleri, hepsi birbirinden kolay görünen çocuk oyunları içine yerleştiriyor. Bu çocuk oyunlarının sıradanlığı ve bilinmişliği kanlı cinayetlerle tekinsizleşiyor. Dizi, kapitalizmin posasını çıkardığı “kaybeden” karakterler sunuyor: Baş karakter 456 numaralı Seong
Gi-hun,( No:456) eski bir kumar bağımlısı olarak borçlarını ödeyebilmek için 45, 6 milyar dolar ödüllü yarışmaya “davet ediliyor”. 199 numaralı oyuncu Abdul Ali, ailesine bakabilmek için yarışmaya katılan Pakistanlı bir göçmen işçi. 001 numaralı Oh Il-nam beyin tümörü olan ve beklemek yerine oyuna katılıp ödülü kazanarak ölmek isteyen yaşlı bir adam. Karakterler
bilinçli olarak karikatür olarak kalıyor, sistem düzeyinde hepsi, öldüklerinde fotoğrafları kayıtlardan silinecek numaralardan ibaret. Simgesel düzeyde kalan bu anlatı biçimi, karakterlere yabancılaştırmakla birlikte bir “oyun” olarak kapitalizmin çıplak gerçeğiyle de seyirciyi yüz yüze bırakıyor. Dizinin hayli müreffeh olduğu iddia edilen Güney Kore’de geçmesi ilginç bir ayrıntı. Öyle ya, son açıklanan verilere göre işsizliğin rekor düzeye ulaştığı, yoksulluk kaynaklı intiharların hayli fazla olduğu Güney Kore, kapitalizmin yeryüzündeki cenneti olmaktan çok uzak. Dizi, tam bu illüzyonun ortasından, ancak kazananın hayatta kalabileceği bir alegori kurarak, hızlı koşanın hayatta kalabildiği bir düzeni kanlı canlı resmediyor. Anlatılan hayli tanıdık, fabrikada iş arkadaşının, üniversitede sıra arkadaşının “ayağını kaydırarak yükselebildiğin bir sistemden” insanlık manzaraları…

Kırmızı kartı ya da mavi kartı seçmenin “kaderini” yaşayan insanlar. Kapitalizm, tüm dünyada insanları yoksullaştırırken ve dahi “yurtsuzlaştırırken” aynı zamanda birbirlerine rakip kılıyor. Dizi ilerleyedursun, kapitalizmin çarkları arasında ezmeye çabaladığı devasa geçinemeyenler ordusu tüm dünyada artmaya devam ediyor. Ekonomik krizin bir veçhesi olarak da barınma sorunu yakıcılığını her geçen gün daha da hissettiriyor. Tüm dünyada, insanlar devasa bir barınma ve konut sorunuyla karşı karşıya. Barınma maliyetleri artıyor, evsizlik her geçen gün büyüyor. Dünya metropolleri, belki de tarihin hiç görmediği kadar büyük bir evsizlik salgınıyla baş başa. Veriler, New York City’de evsizliğin adeta bir salgın halini aldığını gösteriyor. Birleşmiş Milletler’in son raporuna göre, uygun ve karşılanabilir bir ev bulamayan yaklaşık 1 milyar kişi var. Bu rakam, dünya nüfusunun yedide birine tekabül ediyor. Bir şekilde başını sokabilecek yer bulabilenleri de fahiş kira fiyatları ve niteliksiz imkanlar bekliyor. Yoksullar, kentlerden dışlanarak gettolara hapsediliyor. Squid Game’in geçtiği Güney Kore’de, “gashiwon” adı verilen barınak tipi evlerde kalanların sayısı her geçen gün artıyor. İçlerine yalnızca yatağın sığabildiği birkaç metrekarelik alanlara sahip, birkaç odadan oluşan Gashiwonlarda yaklaşık 50- 60 kişi, balık istifi halinde bir arada yaşamaya çalışıyor. Kent merkezlerindeki bu barınaklarda en çok kalanların ise başka kalacak yer bulamayan üniversiteliler olduğu biliniyor. 2018 yapımı Arakçılar (Shoplifters) filmi, çevreden çalabildikleriyle kendilerine bir barınak oluşturabilen bir aileyi anlatıyor. Ailenin bireylerinin geçim kaynağı, çevrede bulabildikleri işe yarar her şeyi “araklamak”tan ibaret. Dünya metropollerinde kent dışlarına itilen geçinemeyenler, ancak zenginlerden kendilerine kalanlarla başlarını sokacak yer elde edebiliyor. Kent yoksulluğu, hiç olmadığı kadar artmış durumda. Metropoller, geçinemeyen milyonları öğütmeye devam ediyor. Squid Game’de oynanan oyundan farksız bir biçimde her gün milyonlarca kişi, düzenin çarkları arasında en hızlı koşan olmaya çalışırken kaybolup gidiyor. Bu hikaye kariyerizme hapsedilmeye, birbirlerine rakip hale getirilmeye çalışılan üniversitelilere de hayli tanıdık geliyor.
Dizinin en çarpıcı yanlarından birisi de oyunların sonunda yarışmacılara oyuna devam edip etmeyeceklerinin sorulması. Çoğunluk eğer oyunlara devam etmemek için kırmızı butonu işaretlerse, oyunlar durdurulabilir. Tüm aygıtlarıyla rıza üretimini sağlayan kapitalizmin, çarpıcı bir biçimde meşruluğunu nasıl kurduğu bu şekilde gözler önüne seriliyor. Kumbara,
oyundan vazgeçme şansı olan yarışmacıları oyunda tutmaya devam ediyor. Dizinin ilk sahnesinde bile, oyuna katılmanın kişinin kendi iradesine bağlı olduğu ifade ediliyor. Yeşil butona basıldıkça kumbaradaki para birikecek, oyun sürecektir. Ancak, oyundan çıkmak faydasızdır, tüm dünya kapitalizmin kar hırsı sonucu insanların ölümüne yarıştırıldığı bir oyun
sahasıdır artık. Dizinin ilk bölümünde oyuna devam etmek isteyen bir karakterin söylediği sözler her şeyi özetliyor: Dışarısı da içerisinden farksız.

Kapitalizmin küresel krizini işleyen dizide hal-i pür melal ortadayken, insanın aklında sorular beliriyor haliyle. Küresel çaptaki bir krizden farklı şekillerde etkilenen, ancak bir şekie “geçinemeyen” ordusunun bir parçası haline getirilmiş herkes de, bu insanlık anlatısından kendine pay çıkarıyor. Film zengin, üzerinde konuşulmaya hayli açık, hele bambaşka bir dünya tahayyülünün peşinde koşmaya talipsek. Güney Kore’den hayli uzakta görünse de sermaye karşısında yurtsuz bırakılanlardansak. Düşünüyoruz haliyle, kim bilir belki de Güney Kore’deki gashiwonlar’da kalan bir öğrenciyle Türkiye’de nohut oda bakla sofa öğrenci evlerindeki bir üniversitelinin anlatısı pekâlâ ortaktır. Çubuğu ezilenden yana bükecek, oyunları sonlandıracak kırmızı butona basma iradesini ortaya koyacak olan, tüm dünyada geçinemeyenlerin mücadelesidir. Kentlerde biriken öfke, bütün oyunları bitirecek güce sahiptir. Gün gelir, kumbara kırılır, herkes kırmızı butona basar. Somut koşulların
tahlili, bize o kumbaranın kırılacağını söyler. Peki o kumbarayı kırma iradesine yön verecek olanlar? Tüm dünyada geçinemeyenler, oyun kuruculara tekmeyi basabilecek midir? Film, bilinçli olarak bu soruları cevapsız bırakıyor. Ancak bizler, tarihten bu devranın elbet bir gün döneceğini biliyoruz. Radikal bir barınamayanlar ve geçinemeyenler hareketini inşa edecek olan, İstanbul’daki kâğıt toplayıcıların, Mumbai’deki temizlik işçilerinin, İrlanda’dan Türkiye’ye barınamayan üniversitelilerin, kısaca tüm “geçinemeyen”lerin iradesidir, biliyoruz. Bunu donkişotvari, yel değirmenlerine savaş açan bir hayalcilikle değil, işleyen diyalektikle kavrıyoruz.

Gün gelecek, oyun kurucuları kumbarada biriken paranın içinde boğulacak. Dizinin baş karakteri, kızıyla kendisine bir hayat kurabilecek. Sokaklarda tek bir yurtsuz kalmayacak. Herkesin insanca yaşayabildiği, nefes alabildiği bir dünya kurulacak. Squid Game, bittiğinde bu dünyayı kurmaya talip herkesi kafasında sorularla baş başa bırakıyor. En nihayetinde bir Netflix yapımı olan dizi, özcü ve bireyci anlatılardan kaçamıyor. Ancak, suç “insan doğası”nın kötücüllüğünde değil düzenin kendisinde arandığında, bunu değiştirecek devrimci bir iradenin varlığı da kendiliğinden oluşmuş oluyor. Ekran kapanır, dizi
biterken dünyanın her yerinde geçinemeyenlerin hikayesi yeniden ve yeniden yazılmaya devam ediyor…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir