Corona Virüsü: Kapitalizm ve Halk Sağlığı

Genç 21. Yüzyılın ilk 20 yılı tükenmişken bu 20 yılda dünya halklarını piyasa için sömüren neo-liberalizm ve canlılığın yüceliği arasındaki çatışmaya sık sık şahit olduk. Wall Street işgali, Gezi Parkı İsyanı, LGBTİQ+ ve kadın hareketlerinin dünyada genişlemesi, Arap Baharı, Sarı Yelekliler, Lübnan’da Whatsapp vergisi isyanı, Şili protestoları ve iklim grevi gibi hareketler insanların her türlü sömürüye, eşitsizliğe ve ayrımcılığa karşı canlı olmanın yüceliğini ve onurunu korumaya çalıştığını gösteriyor. Bu isyanlardan çıkaracağımız bir diğer sonuç ise insanların artık neo-liberalizmin simülatif özgürlük gösterisine kanmaması ve daima sömürücü piyasa ve ülkelere karşı tetikte olması. Yani 21. Yüzyılda dünya halklarının belki de ortak duygusu sömürücü her türlü etkene karşı güvensizlik.

Bu güvensizlikle birlikte pek çok komplo teorisi de üretilmeye başlanmıştır. Olan depremlere karşı ABD’nin HAARP silahını devreye sokması teorisi, aşıların ve ilaçların aslında hiçbir işe yaramayıp sadece sömürücü piyasanın para kazanma aracı olması teorisi ve yeni gelişip bir anda ölümlere neden olan hastalıkların (kuş gribi, domuz gribi, ebola, corona virüsü vs.) bir biyolojik savaş olması teorisi en bilinenlerdendir.

 Bugünlerde adını duyuran corona virüsü hakkında da insanlar çeşitli komplo teorileri üretti. Bir kesim ABD’nin Çin’e karşı açtığı bir biyolojik savaş olabileceğini öne sürdü. Başka bir kesim de Çin’in kendi nüfusunu azaltmak için bilerek Çin’deki insanlara bulaştırdığını öne sürdü.

 Elbette sömürücü devletler canlıların değerini önemsemediği ve paraya taptığı için insanların bilmesini istemediği ve her tür canlıya zarar veren eylemlerde bulunmuştur ve bulunmaya da devam edecektir. Bu tartışmalı teoriler temellendirilemediği için doğruluğu da hep tartışmalı olmuştur. Öte yandan bu teoriler bazen toplumlara zarar da verir. (aşı reddiyesi gibi) Peki bu durumda komplo teorilerini kuran ve inananlara kızmalı mı? Ya da tam tersine temelsiz komplo teorileri kurup inanmalı mı? Belki de iki durumdan da sıyrılıp şu soruyu sormak gerekir: Nereden geliyor bu panik ve güvensizlik?

 Bu sorunun cevabı küreselleşmeye destek vererek büyüyen ve insan hakları ve özgürlüğü savunduğunu iddia eden gelişmiş kapitalist ülkeler ile “medeni” gelişmiş ülke insanının artık gelişmiş ülkelerine duyduğu güvensizliktir. Ayrıca az gelişmiş kapitalist (eskiden sömürge ya da yarı-sömürge olan) devletlerin zayıf sistemleri, zayıf sistemi kullanan devlet erkanı ya da gelişmiş kapitalist ülkelerin çıkarını düşünen devlet erkanı ile buna duyulan halk güvensizliği ile yoğun bir ilişki içindedir. İktidarın yalanı meşru kılarak bir hakikat söylemi yapması 20. yüzyılda devletleri ve kapitalist sistemi kurtarmışsa da 20. yüzyılın sonu ile birlikte gelen insanın kendi onurunu sorgulama ve kendini tanımladığı her türlü kimliği savunmaya başlamasıyla iktidarın yalanı meşru kılma hegemonyası sarsılmaya başlamıştır. Bu durumda toplumsal hareketler başlamıştır. Örneğin; AVM gezme arzusunun yerini kent hakkı almış ve artık kapitalizmin sunduğu somut ve soyut metaları sorgulama ve onlara güvensizlik başgöstermiştir. Güvensizlik hali görüldüğü üzere yalnızca sağlıktan ibaret değil kapitalizmin hegemonik şekilde dayattığı her meta için geçerlidir. Yalanı fark eden insanda ise hakikati görememesinden kaynaklı en uç duruma kadar hakikat tahmininde bulunma durumu ortaya çıkmıştır. En temelsiz ve radikal olan hakikat tahminleri komplo teorileri olmuştur. (ne var ki bazen hakikatin komplo teorisi olduğu da çıkmıştır)

 Şimdi kapitalizm ve güvensizliği daha iyi anlamak için 20. ve 21. yüzyılda hakikati karartma ve yalanı fark etme durumlarına bakalım:

1- Yıllarca reklamı yapıp özendirilen ve doktorların bile stres gibi durumlarda tavsiye ettiği sigaranın bağımlılık yapan kanserojen maddeler içeren ve son derece tehlikeli bir ürün olduğunu anlatma ve bu bilinci kazandırma çabaları insanların sigaraya bağımlı olmasından sonra başladı. Sigara bağımlılıktan sonra mı zararlı oldu yoksa zararlı olduğunun söylenmesi için bağımlılığın gelişmesi mi beklendi?

2- Bir zamanlar ABD’nin Türkiye’ye yardım adı altında yaptığı süt tozunun aslında insan vücuduna pek çok zararı olduğu yıllar sonra ortaya çıktı.

3- Kapitalist ülkelerdeki insanlar SSCB’deki halkların kolektif ve eşit olduğunu fark edince kendi ülkelerindeki özgürlüğün emeği sömürenlere ve paraya bağlı olduğunu fark etti ve bununla birlikte 68 isyanları patlak verdi.

4- Sömürücü ülkelerin adeta geliştirmek için birbiriyle yarıştığı nükleer çalışmaların tüm dünyaya zarar verdiği ve bu araştırmaların asıl amacının daha fazla tahrip edici silah yaratmak olduğu anlaşıldı

5- Cinsel devrim yani LGBTİQ+ bireylerinin kendi varlıklarının kabul ettirmek için isyan etmesi olayına kadar bu bireyler psikolojik hasta olarak görüldü ve aldıkları sözde tedaviler sonucu pek çok LGBTİQ+ bireyi intihar etti. Ne var ki bu bireyler zafer elde ettikten sonra bir anda liberal sistem LGBTİQ+ hareketinin destekçisi oluverdi.

6- Dünyada sermayedarların sayısız yolsuzluk, işçilere yaptıkları mobbing ve vergi kaçakçılığı vakası ortaya çıktı

7- Pek çok fabrikada hayvanlar üzerinde ürün denemesi yapıldı ve yapılmaya devam ediyor

8- Şili’de insanların desteğini alan sosyalist devlet başkanı Salvador Allende’ye ABD destekli bir darbe yapıldı. Allende’yi deviren cunta Şili’de neoliberalizmin labaratuvarını kurdu.

9- “Vatan, millet, sakarya” retoriği ile 1980 darbesini gerçekleştiren faşist cunta 50 kişiyi idam etti, pek çok insan işkenceye uğradı. Darbe yapıldıktan sonra ABD “Bizim çocuklar başardı” diyerek dünya kapitalizminde yaşanan değişmenin Türkiye’ye 1980 darbesi ile uyarlanacağı ilan edilmiş oldu.

10- 1980 darbesinden sonra Türkiye’de serbest piyasa modeli benimsendi. Milli iradeye ve özgürlüklere vurgu yapan Turgut Özal tarafından ortaya atılan ve AKP hükümeti tarafından akıl almaz bir hızla uygulanan neo-liberal sistem Türkiye’de emek sömürüsü arttırırken güvencesizliği de beraberinde getirdi.

11- Piyasa özgürleştikçe insan özgürleşir anlayışı ile büyüyen kapitalizmde burjuva rahatladıkça halk fakirleşti. Sonunda bu söylemin bir yalan olduğu ortaya çıktı ve Arap baharı, Wall Street işgali, Şili, Fransa ve Lübnan protestoları patlak verdi. Şili’de ‘yurttaş değil proleteriz’ ve ‘Şili’de doğan neo-liberalizm Şili’de ölecek’ sloganları ilgi çekti.

12- Meta alma çılgınlığına tapan kapitalizm, insanları konut almaya itti. Bununla birlikte ucuza ihtiyaç fazlası konut alma başladı ve piyasa tıkandı. Ardından 2008 krizi ortaya çıktı. İnsanlar bir kez daha kapitalizme güven olmadığını anladı.

13- Yapılaşma çok fazla arttı ve bu yapılaşma doğa sömürüsünü inanılmaz boyutlara taşıdı. Bunun üzerine Türkiye’de 2013’te insanlar Gezi Parkı’nı korumak için eylem yaptı. Bu eylemler büyüyerek iktidar karşıtı bir biçime büründü ve Haziran İsyanı olarak tarihe geçti.

14- Türkiye’de 52 ilde suların içilemeyeceğini, Türkiye’de kanserojen çevre atıklarının olduğunu açıklayan gıda mühendisi Bülent Şık’a gizli olan bilgileri açıkladığı için dava açıldı.

15- Ciddi bir tehlike arz eden küresel ısınmanın kâr ve hırs temelli piyasanın perçinlediği bilinci ile birlikte dünyanın her yanında iklim grevleri başladı.

Bu listede saptamamız gereken şey şudur; kapitalizm, piyasayı kontrolsüzce büyütür ve büyütmek için de bütün sömürü yollarına başvurur. Hayvan sömürüsü, bilim sömürüsü, emek sömürüsü ve onur sömürüsünün en temel kaynağı kapitalizmdir. Ne var ki kapitalist ülkeler medeniyeti kendi odağına oturtmuş ve buna insanları inandırmak için eşitlik, özgürlük, demokrasi, sağlık ve kardeşlik gibi kavramları sahiplenmeye çalışmıştır. Ne var ki bu kavramları ne zaman sahiplenmişse aslında bu kavramların sömürüsünü yapmış ve bu kavramlara ciddi şekilde zarar vermiştir. Bu kavramların acı çektiğini gören insanlar acı çektirenin aslında tam da onların sözde savunuculuğunu yapan kapitalizm olduğunu sonradan fark etmiştir.

İşte corona virüsüne karşı oluşturulan komplo teorilerinin temelinde de piyasanın kendi çıkarı uğruna tıbbı, bilimi ve sağlığı sömürmesi vardır. İnsanlar sömürünün felaket yönünü deneyimlemesiyle panik ve her şeye karşı güvensizlik oluşmuştur. Ne var ki bu paranoya hali ne kadar doğal olsa da aşı reddiyesi gibi durumlarda insanlara zarar vermektedir. Sömürünün her türlüsüne karşı savaşıp sömürünün yok olmasıyla tıp ve bilim kendi bağımsızlığını kazanacak, insanlardaki bu panik, bilime ve tıbba dahi olan güvensizliği yok olacaktır.

Başat sorun kapitalizmdir ve ‘Bunun siyasetle ne ilgisi var” denen anlayışa karşı sözü Lenin’e bırakıyoruz:

“Siz siyasete müdahale etmezseniz, siyaset öyle ya da böyle hayatınıza müdahale edecektir!”

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir