Home / Yayınlarımız / Çeteleşme: Bastırma Mekanizması Olarak Bir Siyasal Proje

Çeteleşme: Bastırma Mekanizması Olarak Bir Siyasal Proje

Liselerde günbegün yaygınlaşan çeteleşme olgusu, yalnızca bir güvenlik açığı değil, doğrudan doğruya siyasal bir tercihin ürünüdür. Devletin klasik güvenlik refleksleriyle açıklanamayacak denli derin, sistematik ve örgütlü bir kuşatma mekanizması işlemektedir. Burada söz konusu olan, birkaç münferit suç girişimi ya da denetimden çıkmış gençlik eğilimleri değil; gençliğin kolektifleşme potansiyelini bastırmayı, politik yönelimini zayıflatmayı ve toplumsal muhalefetle kurabileceği her türlü organik bağı koparmayı hedefleyen çok katmanlı bir müdahaledir.

Bu çürüme pedagojik yetersizlikle açıklanamaz. Ahlaki çöküşle hiç açıklanamaz. Karşımızda sınıfsal, ideolojik ve siyasal bir mühendisliğin sonucu var. Saray Faşizmi, gençliği denetlenebilir kılmak için yalnızca resmî araçları değil, gayriresmî kanalları da işlevselleştirmektedir. Sokakta örgütlenen çeteler, okulda palazlandırılan paramiliter yapılar, müfredatta pompalanan itaatkâr yurttaş tipi ve kültürel alanda dayatılan bireycilik hepsi aynı bütünün parçalarıdır. Ortak hedef nettir: birlikte düşünen, birlikte direnen, birlikte dönüştüren bir gençliğin önünü kesmek.

Bu yazı, çeteleşme meselesini kriminal bir başlıkla sınırlamıyor. Aksine, bu yapının eğitim politikalarından ideolojik manipülasyona, kültürel yeniden inşadan gündelik yaşama kadar uzanan çok yönlü bir siyasal proje olduğunu savunuyor. Çünkü burada tekil bir sorun değil, rejimin yeni insan tasavvurunun taşıyıcısı olarak örgütlenen sistematik bir şiddet programıyla karşı karşıyayız.

Çeteleşme sadece bastırmaya değil, aynı zamanda biçimlendirmeye de dönüktür. İnşa edilmek istenen gençlik profili açıktır: sorgulamayan, itaat eden, rekabete dayalı ilişkiler içinde yalnızlaşmış, politik değil “proje insanı” olmaya yönlendirilmiş bir nesil. Bu nedenle çeteleşme meselesine sadece ortaya çıkan şiddet ya da suça indirgenmiş dar bir çerçeveden değil, bu yapıları mümkün ve sürdürülebilir kılan siyasal tercihlerden ve arka plandaki rejim mimarisinden bakmak zorundayız.

Liseli gençliğe yönelen bu kapsamlı kuşatma, Saray Faşizminin “yeni insan” kurgusunun sokakta, okulda ve yaşamın her alanında adım adım inşa edilmesinden başka bir şey değildir. Ve bu inşa, yalnızca kurumlarla değil; aynı zamanda hegemonik bir kültür inşasıyla, ideolojik aygıtların yeniden tahkim edilmesiyle ve gündelik hayata nüfuz eden bir toplumsal mühendislikle yürütülmektedir.

Müfredatta Kodlanan İtaat

Kapitalist devletin ideolojik aygıtları içinde eğitimin özel bir yeri vardır; çünkü devlet yalnızca hükmetmez, aynı zamanda rıza üretir. Bu rızanın üretilme hattı, okul koridorlarında, sınıf tahtalarında, ders kitaplarının satır aralarında örülür. Türkiye’de bu ideolojik tahkimat, AKP rejimiyle birlikte yalnızca derinleşmemiş; doğrudan siyasal-toplumsal mühendisliğin merkez üssüne dönüştürülmüştür. Okullar rejimin yeni toplum tahayyülünün genç zihinlerde test edildiği ideolojik laboratuvar işlevini üstlenmesi de bu dönüşüm sürecinden kaynaklanmaktadır.

Müfredata yapılan her müdahale, bu hegemonik yeniden inşanın bilinçli bir parçasıdır. Gezi Direnişi’nin sistematik biçimde “vandalizm” olarak kodlanması, 15 Temmuz’un “destanlaştırılarak” her dersin içine zerk edilmesi, “Değerler Eğitimi” başlığı altında itaatin, sadakatin ve lider kültünün yüceltilmesi… Bunların hiçbiri pedagojik bir düzenleme değil; rejimin kendi tarih anlatısını, değer sistemini ve vatandaş profilini inşa ettiği politik müdahalelerdir. “Tek millet, tek bayrak, tek lider” sloganı, artık yalnızca meydanlarda değil; ders kitaplarında, okul panolarında, sınav sorularında dolaşımdadır.

Bu dönüşümün hedefi açıktır: gençliğin tarihsel hafızasını silmek, politik özneliğini törpülemek, hak arama refleksini pasifleştirmek ve ortak geleceğe dönük mücadele fikrini daha doğmadan tasfiye etmektir. Müfredat artık “ne öğretileceği”nden ibaret değildir; “ne unutulacağı”, “ne bastırılacağı” ve “hangi kimliğe evrileceği”nin planlandığı bir siyasal araçtır. Gençlik, bu düzlemde politik özne olmaktan çıkarılıp, bireysel başarının peşinde koşan, rekabetle yoğrulmuş, yalnızlaştırılmış bireylere indirgenmektedir.

Eğitim bu haliyle yalnız bugünü değil, geleceği dizayn etmenin aracı olarak kurgulanmaktadır. Ve bu dizayn; sokakta çeteyle, okulda örgütlü yapılarla, kültürde bireyci yaşam tarzının pazarlanmasıyla birleştiğinde gençliğe yönelen çok katmanlı kuşatma tamamlanmak istenmektedir.

Ama her hegemonya projesi kendi çatlağını da içinde taşır. Gölgede bırakılmak istenen her hafıza, yok edilmek istenen her sorgulama arzusu, yıkılmak istenen her kolektif ruh bir başka yerde, bir başka biçimde direnişin tohumlarını büyütmeye devam eder. Bugünün müfredatında bastırılan düşünce, yarının isyanına dönüşme potansiyelini hep içinde taşır.

Sivil Maskeli Devlet Aygıtları: Vakıf Dernek Kuşatması

Gençliğe dönük kuşatma politikasının bir diğer ayağı, rejimin ideolojik aygıtlarının gayriresmî örgütlenme biçimleri olarak sahaya sürülen vakıf ve dernek ağlarıdır. TÜGVA, TÜRGEV, Ensar ve benzeri yapılar -adı sivil toplum, işlevi ise devletin ideolojik inşasının taşeronluğu olan bu örgütlenmeler- gençliğe yönelik sistematik müdahalenin başat aktörleri haline gelmektedir.

Kamusal eğitim yalnızca müfredatla yönlendirilmemekte; bu yapılar eliyle doğrudan okul sahasına inilmektedir. Seminerler, kamplar, yarışmalar ve “değerler eğitimi” başlığı altında yapılan etkinlikler aracılığıyla gençliğe sistemli bir ideolojik formasyon dayatılmaktadır. Ve bu süreç devletin göz yummasıyla değil, doğrudan teşvikiyle kurumsallaşmakta; devletin resmi mekanizmaları, bu gayriresmî aygıtlarla tam bir eşgüdüm içinde işlemektedir.

İşçi ve emekçi mahallelerinde bu yapılar, “kurtarıcı ağabeylik” retoriğiyle sahne alırken, gerçekte sosyal güvencesizliğin, yoksulluğun ve eğitimden dışlanmanın ürettiği boşluklara sadakat eksenli bir ideoloji yerleştirmektedir. Bu sadakat; sorgulamayan, biat eden, bireyciliği makbul sayan ve hiyerarşik düzeni içselleştirmiş bir gençlik modeli için ön koşuldur. Sunulan “dayanışma” ise kolektif hak talebini değil; otoriteye bağlılığı meşrulaştırır.

Bu müdahale, masum bir değer aktarımı değil; doğrudan siyasal bir yeniden üretim projesidir. Gençliğin düşünce yapısına, ilişkilenme biçimine, yaşam tarzına yönelen bu kuşatma; eğitim alanını salt öğrenme süreci olmaktan çıkarır, disiplinin ve itaate dayalı şekillendirmenin alanına dönüştürür. Vakıf-dernek ağları, rejimin gençliğe yönelik ideolojik konsolidasyonunun “sivil” maskesidir. Ancak bu maskenin ardındaki siyasal yönelim gün gibi ortadadır.

Çeteler: Gençliğin Sınıfsal Enerjisini Bastırmanın Aracı

Sokakta rejimi merkez alan pek çok gayriresmi yapı açığa çıkar: Mafyalar, uyuşturucu satıcıları, envai çeşit çete… Bu yapıların gençliğe dönük işlevi yalnızca suça yöneltmek ya da şiddet sarmalına sokmak değildir. Asıl işlev, politik potansiyeli bastırmak, yönlendirmek ve kontrol altına almaktır. Okulda müfredatla törpülenen kolektif bilinç, sokakta çeteler eliyle saptırılır. Sorgulama ve örgütlenme potansiyeli yok edilemiyorsa, denetimli bir şiddet ve hiyerarşi ağına entegre edilir.

Özellikle yoksul mahallelerde, geleceksizlikle kuşatılmış gençler için çeteler bir tür “alternatif statü sistemi” sunar. Güvence yoksa aidiyet sunulur; hak talebi bastırılmışsa “saygı” korkuyla ikame edilir. Kolektif mücadelenin yerini bireysel güç gösterisi alır. “Birlikte özgürleşmek” yerine “tek başına korku salmak” makbul hale gelir.

Bu yapılar yalnızca baskı üretmez; aynı zamanda bir estetik, bir dil, bir kimlik inşa eder. Erillik üzerinden örülen şiddet dili, sokak jargonuyla meşrulaştırılır. Güçlü olanın konuştuğu, zayıfın sustuğu hiyerarşik yapılar; gençliğin özneleşmesini değil, itaatkâr bir figür haline gelmesini sağlar. Ve tüm bu düzenek, sınıfsal bir tercihin ürünüdür. Devlet ya görmezden gelir ya da doğrudan alan açar. Görünür ama dokunulmaz çeteler, cezasız kalan lider figürleri, iç içe geçmişliğin en çıplak göstergesidir.

Çeteleşme böylece yalnızca bugünün değil, geleceğin de ipotek altına alınmasıdır. Şiddetin normalleştirildiği, ortak sorunlara karşı kolektif çözümlerin yerini bireysel iktidar fantezilerinin aldığı bu tablo, gençliği politik özne olmaktan çıkarıp denetimli birer aktöre dönüştürmeyi hedefler. Bu nedenle çeteleşme, güvenlik başlığının ötesinde, doğrudan doğruya politik bir saptırma mekanizmasıdır.

Kültürel Kuşatma: Estetiğin Sınıfsal Yüzü

Gençliğe dönük kuşatma yalnızca müfredatla ya da sokakla sınırlı değildir. Aynı zamanda kültürel alanda da yoğun bir hegemonya savaşı yürütülmektedir. Giyimden müziğe, sosyal medyadaki davranış kalıplarından gündelik dile kadar pek çok boyutta gençliğe bir “kimlik modeli” dayatılmaktadır. Bu model, şiddeti estetize eden, erkekliği tahakkümle özdeşleştiren, saygıyı korkuyla eşitleyen bir kültürel çerçeveyi içermektedir.

Mahalle kabadayılığına öykünen figürler, yeni nesil kahramanlar olarak pazarlanmakta; kitap okuyan değil, “mahallede ağabey” olan makbul sayılmaktadır. Bu kültürel dönüşüm, gençliği yalnızca şiddete yöneltmekle kalmaz; aynı zamanda rejimin toplumsal mühendislik projesinde kilit rol oynayan birey tipinin üretimine katkı sunar.

Bu dönüşüm rastlantısal değil, sistematik bir yönlendirmenin ürünüdür. Kolektif mücadele fikrini bastırmak için her bireye kendi “çıkış yolunu” yalnız başına araması gerektiği pompalanmaktadır. Sınıf mücadelesi alanı, bireysel iktidar fantezilerine tahvil edilmektedir.

Unutmamak gerekir ki estetik tercihler politik tercihlerdir. Hangi müziği dinlediğimiz, hangi dili kullandığımız, nasıl yürüdüğümüz, hepsi birer sınıfsal pozisyon almadır. Bu nedenle kültürel mücadele, politik mücadelenin ayrılmaz bir parçasıdır. Bugün kültürel alanda üretilen her model, ya kolektif mücadeleyi büyütür ya da ona ket vurur. Bu ayrımı yapmadan gençliğe yöneltilen siyasal kuşatmayı kavramak eksik olur.

Direniş Kendisini Yeniden Üretiyor

Gençliğe yöneltilen çok katmanlı kuşatma -müfredattan sokaktaki çetelere, sivil görünümlü devlet aygıtlarından kültürel hegemonya aygıtlarına dek uzanan siyasal müdahaleler zinciri-  liseli gençliği edilgen bir nesneye indirgemeyi hedefliyor. Ancak bu saldırgan şiddetin karşısında liseli gençlik yalnızca direnç gösteren değil, aynı zamanda siyasal pozisyon alan bir özne olarak sahneye çıkıyor.

Baskının yoğunlaştığı her alanda, kendiliğinden gelişen ama tesadüfi olmayan direniş biçimleri doğuyor. Gezi Direnişi’nden 19 Mart eylemlerine, sosyal medyada örgütlenen kampanyalardan okul koridorlarında örülen dayanışma ağlarına kadar uzanan bu süreç, liseli gençliğin politik farkındalığını ve kolektif hareket kapasitesini günbegün büyütüyor. Kıyafet dayatmasına karşı geliştirilen protestolar, hoca ihraçlarına karşı başlatılan imza kampanyaları, disiplin cezalarına karşı gösterilen kolektif refleksler hepsi, tepkisellikten öteye geçen bilinçli bir siyasal tutumun işaretidir.

Bu politikleşme süreci çoğu zaman mevcut örgütlü yapılardan bağımsız gelişiyor. Ancak bu “kendiliğindenlik”, bir zayıflık değil; yaşanan somut eşitsizliklerin doğrudan bilgiye dönüşmesinden kaynaklanan güçlü bir politik sezginin sonucudur. Her baskı, genç zihinlerde aynı soruyu yeniden üretir: “Neden susturuluyorum?”, “Bu karar neden bana rağmen alınıyor?”, “Ben neden söz sahibi değilim?” Bu sorular, kişisel öfkeden kolektif sorgulamaya, oradan da politik duruşa evrilen bir sürecin taşıyıcısıdır.

Rejimin gençlik üzerindeki hegemonya krizi tam da burada derinleşiyor. Şekillendirmek, yönlendirmek, bastırmak istediği gençlik; tüm bu müdahalelere rağmen kendi sözünü kurmanın, kendi hakikatini üretmenin yollarını arıyor. Bu arayış, sıralarda başlayıp kültürel, sosyal bağlarla kurulmakta ve bu bağlara olan inançla kendini yeniden yaratmaktadır. Ve bu süreç, bugünün değil, yarının toplumsal mücadele zeminini etkileyecek bir dinamiğe de işaret etmektedir.

Kuşatma büyüdükçe çatlak derinleşiyor. Ve her çatlak, içeriden bir direnişin imkanını doğuruyor. Bu nedenle liseli gençlik, yalnızca hedef alınan değil; aynı zamanda siyaset kuran, hakikat üreten, geleceği örmeye aday bir politik aktör olarak mücadele sahnesinde yerini alıyor.

Direniş artık sadece örgütlü yapılarla değil, gençliğin doğrudan yaşadığı eşitsizlikler üzerinden kurulan kolektif hafıza ve siyasal sezgiyle yeniden üretiliyor. Bugün okulda, sokakta, kültürel alanda bastırılmak istenen ne varsa, yarının devrimci öznesi orada filizleniyor.

Sonuç: Yaşamı Savunan Bir Gençlik Hattı Mümkün Mü?

Bu yazıda ele alınan her başlık müfredattaki ideolojik tahkimattan sokak çetelerine, sivil görünümlü vakıf-dernek ağlarından kültürel kuşatmaya kadar uzanan her örüntü tekil olaylar değil; birbirini besleyen ve tamamlayan, çok katmanlı bir siyasal saldırının bileşenleridir. Liseli gençlik, sadece bir güvenlik krizinin değil, rejimin geleceğe dönük sınıfsal ve ideolojik mühendisliğinin doğrudan hedefidir.

Ancak tarih bize şunu gösteriyor: Her baskı, kendi direnişini de çağırır. Her kuşatma, kendi çatlağını üretir. Bugün gençlik çetelerle sarılmak isteniyor, müfredatla susturuluyor, sivil toplum maskesiyle hizaya sokulmak isteniyor olabilir. Ama aynı anda, liseli gençliğin kolektif yaşamı savunan, zorbalığa itaat etmeyen, dayanışmayı yeniden kuran direngen bir hattı da filizleniyor.

Bu hattın örülmesi için gereken, yalnızca çetelerin fiziksel gücüne değil; onları mümkün kılan siyasal arka plana, ideolojik yönlendirmelere ve kültürel tahakküme karşı da bütünlüklü bir mücadele vermektir. Bu mücadele, “güvenlik” başlığı altında değil; yaşamı savunma, sözü ve iradeyi geri alma başlığı altında yürütülmelidir.

Yaşamı savunan gençlik, yalnızca şiddetin karşısında değil; onun doğurduğu korkunun, umutsuzluğun ve yalnızlığın da karşısındadır. Bu gençlik, birlikte düşünmenin, birlikte hareket etmenin ve birlikte dönüşmenin imkânını büyütür. Mücadele ettiği yalnızca çeteler değil; çetelerin önünü açan devlet aklı, itaat kültürünü normalleştiren eğitim sistemi ve bireyciliği meşrulaştıran kültürel yönelimlerdir.

Bu nedenle, bugün sorulması gereken soru şudur: Çetelerle sarılmak istenen bu düzende, başka bir gençlik mümkün mü? Cevabımız nettir: Evet, mümkün. Çünkü hâlâ okul koridorlarında yan yana gelenler var. Hâlâ sorular soranlar, haksızlığa karşı ses yükseltenler, birlikte direnmenin yollarını arayanlar var.

Bugün yapılması gereken, bu potansiyeli örgütlü bir hatta dönüştürmek; bastırılanı görünür, susturulanı söz sahibi, yalnız bırakılanı dayanışmanın öznesi kılmaktır. Çünkü çeteler düzenini ancak örgütlü bir gençlik hattı parçalayabilir. Ve bu hat, sadece güvenli bir okul talebinden ibaret değildir; aynı zamanda özgür bir yaşam iddiasının siyasal örgütlenmesidir.

Cevap bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir