Home / Yayınlarımız / Aile Yılı: Saray Faşizmi’nin Eril Tahakküm Aracı ve Toplumsal Kontrol Mekanizması

Aile Yılı: Saray Faşizmi’nin Eril Tahakküm Aracı ve Toplumsal Kontrol Mekanizması

Türkiye’de aile, toplumun temel yapısı olarak kodlanıyor ve kutsallaştırılıyor. Bu anlatı, hetero-patriyarka ve kapitalizmle şekillenen sistemin varlığını sürdürebilmesi için ihtiyaç duyduğu ideolojik çerçevedir. Aile, yalnızca biyolojik veya duygusal bir birliktelik değil; toplumsal cinsiyet rollerini yeniden üreten ve insanları dar rollere hapseden bir düzenleyici mekanizmadır. Kapitalizm, aile içi emeği kadınlara ve görünmeyen işlere yüklüyor; heteronormatif ilişkilere uymayan LGBTİQ+ bireyleri ise “makbul aile” normlarına uymaya zorlayarak dışlıyor. Bu durum, “kutsal aile” söyleminin, kadınlar ve LGBTİQ+’ların yaşadıkları şiddeti sorgulamalarını engellemek, mücadele pratiklerini bastırmak ve düşünce ile eylem arasına korku duvarları örmek için kullanıldığını ortaya koyuyor.

“Aile Yılı”, saray faşizminin, sistemsel çelişkileri eril tahakkümle çözme stratejisi olarak karşımızda. Kutsal aile söylemi “üreten ve gelişen aileler” kisvesi altında emek sömürüsünü meşrulaştırıyor; “normal doğum”u yücelten, “kürtaj cinayettir” diyen ifadelerle kadınların bedeni üzerindeki kararları normatifleştiriyor; hormon erişimini kısıtlayan ve eşcinsel ilişkiyi yasaklama amaçlı yasa teklifleriyle LGBTİQ+ bireyleri görünmezleştirip dışlıyor. Bu yaklaşım, ikili cinsiyet rejimini sarsan trans bireyleri hedef göstererek, sistemin çelişkilerini kamufle etmeyi amaçlıyor. 

Bu yazı, saray faşizmi tarafından ilan edilen aile yılının, kadınlar ve LGBTİQ+’ların hayatları açısından nasıl bir kontrol mekanizması inşa ettiğini analiz ediyor. Ailenin bireyler üzerindeki bu baskısı ve siyasal iktidarın politikalarıyla bugüne geldiğimizde, hetero-patriyarkal kapitalizmle birleşerek üniversiteli gençlerin kendileri olma mücadelesini yeniden okumamıza olanak sağlıyor.

AKP’nin Aile Politikaları: Neoliberal ve Muhafazakâr Bir Yaklaşım

AKP’nin iktidarı döneminde aile, sistematik olarak ideolojik bir araç olarak kullanılmaya başlandı. Neoliberal muhafazakâr politikalar çerçevesinde “makbul” kadın, erkek ve aile modelleri belirlenirken; bu modellere uymayan herkes, toplumsal normlardan sapmış olarak damgalanıyor. AKP, kadınları topluma “iyi bir eş” ve “anne” olarak sunarken, LGBTİQ+’ları ise “aile düşmanı” olarak hedef alıyor. Oysa kutsal saydıkları aile, bir yandan 8 yaşındaki Narin’i katlediyor; kimliklerimizi, yaşamlarımızı hedef alıyor.

Bu çerçevede, kendi sosyal ve ekonomik bağımsızlıklarımızı kazanmak istediğimizde “evin direği” olan, iktidarın yaşamlarımızdaki en yakın örneği hâline gelmiş erk’e bağımlı kalmaya zorlanıyoruz. Toplumun “makbul” aile yapısına uygun olmadığımız için ev içindeki erk tarafından şiddet biçimlerine maruz kalıyoruz. AKP’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı, bu politikanın derinleştiğini gösteren en belirgin örneklerden biri. Sözleşmeden çıkmanın, kadınların ve LGBTİQ+’ların şiddete karşı korunma haklarını ciddi şekilde zayıflattığını; artan kadın cinayetleri verilerinden, Bayram Sokağı’nın mühürlenme kararından, LGBTİQ+’lara karşı yapılan nefret söylemlerinin yaygınlaşmasından okuyabiliyoruz.

Kapitalizmin Aile Politikası: Hetero-patriyarkal Normlar

AKP’nin aile yapısını bir kontrol aracı olarak kullanma çabası, şimdi de “aile yılı” politikasıyla dozu artarak önümüze geliyor. Aile yılı vurgusu; AKP’nin yaptığı panel, söyleşi vb. etkinliklerde; sosyal medya videolarında, üretim ve gelişim gibi söylemlerle yan yana geliyor. Hetero-patriyarkanın kapitalizmle etkileşimi tam da burada somutlaşıyor. 1980’lerde dünyada ekonomiyi yönetme biçimi olarak karşımıza gelen neoliberal politikalar, AKP iktidarıyla zirveye ulaşmış; dünya, kapitalizmin kendini yeniden inşa etme biçimi olan ekonomik krize girmiştir. Ekonomik krizi sermayedarlar için en hafif biçimiyle atlatma yolu olarak ucuz işgücü ihtiyacı doğmuş; ucuz işgücü için nüfus politikaları devreye girmiştir. Birçok farklı sebepten doğum oranının azalmış olmasına çözüm olarak siyasal iktidar, yüzünü hetero-patriyarkaya dönerek karşımıza aile yılı ile çıkmıştır. 

AKP iktidarı “annelik” vurgusu yaparak biyolojik yeniden üretimi artırmaya çalışırken, çocuk bakımı için gerekli ekonomik koşulları “çocuk başına” 5.000 TL desteklerle dahi sağlayamıyor; kadınlara yönelik evde çalışmaya teşvik programları ortaya sürüyor. Bu politikalar, kadınlar için ev içi görünmez emeğe dönüşürken; bir yandan da kadınları “esnek” ve güvencesiz şartlar altında, düşük ücretlerde, sendikasız çalışma koşullarına itiyor. Kadınların bağımsız bir işgücü olarak değil, aile içinde destekleyici olarak konumlandırılmalarına sebep oluyor. Kadınların “annelik görevini” yerine getirmesi için uygulanan bu teşvikler; bakım emeğini kadına yükleyerek cinsiyet rollerini yeniden üretiyor. Normatif ailenin içinde bulunmayan kadınlar ve LGBTİQ+’lar ise sapkın, eksik ve yarım olarak tarif ediliyor. 

Aile yılıyla, biyolojik ve emeğin yeniden üretimi süreçlerine vurgu yapılarak ailenin kutsallaştırılması; eril tahakküme maruz bırakılan kadınları silikleştirmiş, bu aile yapısına ket vurabilecek LGBTİQ+’ları kriminalize etmiştir. Çünkü gerekli olan, kadınların ve LGBTİQ+’ların özgürleşmesi ve eşit yurttaş olabilmesi değil; yeniden üretim süreçlerinin sermaye sınıfına zarar verilmeden devam etmesidir.

AKP’nin Aile Yılı’nın Sonuçları: Bedenlere, Kimliklere ve Yaşamlara El Konulması

AKP iktidarı, kadınları doğum yapmaya teşvik ederken kadınların bunu nasıl yapacaklarını da dikte ediyor. Futbol maçında açılan “doğal olan normal doğum” pankartıyla vajinal doğuma teşvik eden iktidar; normatifliği, “insan doğası gereği doğal olan” diyerek meşrulaştırarak insanı toplumsal olandan uzaklaştırıp biyolojik varlıklara indirgiyor. Bununla birlikte sezaryen doğumu özel hastanelerde yasaklayan, devlet hastanelerinde ise seçimi kadına bırakmayan bir politikayla karşımıza çıkan iktidar, kadınların bedenleri üzerindeki söz hakkını elinden alıyor.

Kadınlara ve LGBTİQ+’ların bedenlerine yönelik saldırılar bununla da sınırlı değil. AKP iktidar olduğu günden beri “kürtaj cinayettir” söylemleriyle kürtajı söylemsel olarak erişilemez hâle getirerek, pratikte kürtajın yapılmasını engelleyecek birçok adım atmıştır. Bu durum, hamileliğini sonlandırmak isteyen kişilere yönelik şiddet sarmalının önünü açmış; kadınların söz hakkının önüne ailenin ve eril tahakkümün duvarları örülmüştür.

Siyasal iktidar, geldiği günden beri artarak devam ettirdiği nefret söylemlerine; 2015’ten beri Prideleri yasaklayarak, 14 Mayıs seçimlerinde ise HÜDA PAR’la yaptığı ittifaklarla LGBTİQ+’lara karşı politika üreterek devam edeceğinin sinyallerini vermişti. AKP iktidarının aile yılı ilanıyla birlikte gündeme sızdırılan yasa tasarısı da LGBTİQ+’ların bedenlerine, seçimlerine, kimliklerine yönelik baskı ve zor politikalarını gözler önüne seriyor. Tasarı, LGBTİQ+ varoluşları sapkın, aykırı sayarak; cinsiyet kimliğinin ifade ediş biçiminin ikili cinsiyete aykırı olması hâlinde bu kişiler hakkında ceza istiyor. LGBTİQ+ görünürlüğünü kampüslerden, iş yerlerinden, sokaklardan, hayatımızdan silmeyi amaçlayan AKP iktidarı, cinsiyet rollerini yeniden üreterek normatif kadın ve erkek ifadesi yaratmak istiyor.

AKP’nin yasa tasarısının gündeme sızdırılmasının ardından iktidarda ittifak kurduğu HÜDA PAR, LGBTİQ+’lara yönelik başka bir yasa tasarısıyla gündeme geldi. HÜDA PAR bu tasarıda “hayasızca hareketler” başlığı altında cinsiyet kimliklerine, ifadelerine yönelik cezalar istiyor. Normatif ikili cinsiyetin dışında kalan LGBTİQ+’ların davranışlarını suç sayarak varoluşlarını hedef alıyor. Tasarı, her alanda bunu yapmak için RTÜK’e yönelik düzenlemeler teklif ederek LGBTİQ+’larla ilgili herhangi bir görünürlüğün kaldırılmasını istiyor.

Nefret Söylemlerinden Yasa Tasarısına: Transfobik Politikalar

AKP’nin sızdırılan ve HÜDA PAR’ın Meclis’e sunduğu yasa tasarılarında geçen “doğuştan gelen biyolojik cinsiyete aykırı olan” ifadesiyle cis-normatiflikle trans bedenleri kriminalize eden saray faşizmi; “cinsiyet değişikliği yapan bireylere” yönelik 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası öngörmektedir. Sadece yurt içinde değil, yurt dışında cinsiyet uyum ameliyatı geçiren translar için de cezalandırma istemekte, transları yurttaştan saymamaktadır. Bu, trans kimliğini resmî bir suç sayarak translara yönelik nefret cinayetlerinin önünü açmakta; güvencesiz yaşam koşullarıyla transları intihara sürükleyerek açıkça kırım politikası yürütmektedir. Maddenin ucunun açıklığı ise iktidarın keyfine göre alabileceği kararların önünü açmıştır.

Translara karşı yürütülen bu politikalar, saray faşizminin aile yılıyla başlamadı. Translar, dünden bugüne hetero-patriyarkal kapitalist sistemde toplum dışına itilerek yaşamlarının önüne engeller konuluyor. Trans kadınlar bu düzende güvencesiz, gözden ırak gettolarda yaşamaya ve çalışmaya mahkûm ediliyor. 2024 yılında çark alanlarında güvencesiz koşullarda çalışmalarını bile sindiremeyen AKP iktidarı, trans kadınların yaşam alanı olan Bayram Sokak’taki evleri mühürleyerek trans kadınları yersiz yurtsuz bırakmıştır.

Kampüslerde Aile Yılı: Hetero-patriyarkal Propaganda ve Bilgi Üretim Süreçlerindeki Etkisi

Saray faşizmi, 1980 darbesiyle gelen YÖK’ü kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirerek üniversiteleri kendi siyasal ajandası için kullanıyor. Üniversitelerde rektörlük seçimlerini ortadan kaldırarak, atanmış rektörler vasıtasıyla kendi propagandalarını yaptıkları çeşitli seminer, konferans vb. etkinlikler düzenliyorlar. Buna, geçen günlerde kadın ve pedofili söylemleriyle tanınan Nurettin Yıldız’ın Boğaziçi’nde söyleşi vermesi örnek olarak verilebilir. Birçok üniversitede “Aile Yılı” seminerleri adı altında aile yapısı kutsallaştırılarak kadınlar tek tipleştirilirken; LGBTİQ+’lar görünmezleştiriliyor.

Bilgi üretim süreçlerine sıçrayan bu politikalar, ders içeriklerindeki “toplumsal cinsiyet” kavramını “aileyi tehdit ediyor” diyerek kaldırmayı hedefliyor. Akademisyenlerin ve öğrencilerin özgürce üretim yapabilmesine engel olurken, cinsiyet rollerini kampüste yeniden inşa eden bu karar; toplumsal cinsiyet kavramını kullanan akademisyenleri fişlemeye alan açıyor. Kampüste, yurtta, iş yerlerinde, sokakta hayatlarımızı hedef alan bu politikalar; AKP’nin meşruiyetini toplumsal cinsiyet normları üzerinden inşa etme çabasını yansıtıyor.

Sonuç: Mücadeleye Devam — Dayanışmanın Gücüyle Baskıya Karşı Koymak

AKP’nin kadınlar ve LGBTİQ+ lar üzerindeki baskıcı politikalarına karşı bizler, kuir feminist bir öğrenci hareketi olarak dayanışmanın gücüyle direnmeye devam ediyoruz. Yalnızca aile içinde belirlenen rollerle sınırlı olmadığımızı, toplumsal alanda eşit bireyler olarak var olma hakkına sahip olduğumuzu kampüsten sokağa dile getiriyoruz. Kendi kimliklerimizle onurla var olmanın mücadelesini birlikte veriyoruz. Bu direniş, bizlere, toplumun “makbul” kimlik kalıplarına uymayan her bireyin kendi varlığını savunması için bir alan yaratıyor. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararına karşı omuz omuza durduğumuz eylemler, 25 Kasım ve 8 Mart’ta İstiklal’i devlete dar eden gece yürüyüşleri, yok ettiğinizi sandığınız anlarda hiç beklenmedik alanlardan çıktığımız Onur Yürüyüşleri, aile yılına karşı bütün eylemlerimizde haykırdığımız “aile yılı değil, mücadele yılı” sloganımız bu baskılara karşı oluşturduğumuz direnişin simgesi hâline geldi. Üniversite sıralarından sokaklara taşan bu mücadelede birbirimize kenetlenerek, toplumsal eşitlik arayışımızı sürdürüyoruz.

Bugünün baskı ortamında, saray faşizminin bizlere dayattığı toplumsal normlara karşı direnişin ve dayanışmanın gücüne inanıyoruz. Aile yapısı altında şekillendirilen ve tek tipleştirilmiş bir toplum dayatmasına karşın, bizler farklılıklarımızı sahiplenerek tüm baskı unsurlarına karşı bir aradayız. Bizim için bu mücadele yalnızca bireysel haklarımızı savunmakla kalmıyor; aynı zamanda toplumun tüm kesimlerini kapsayan eşitlik ve özgürlük talebini yükseltmek anlamına geliyor.

Saray faşizminin baskıcı politikaları bizleri yalnızca aile içinde değil, toplumun her alanında kontrol altına alma amacını taşıyor. Bu dayanışma, üniversiteli kadınlar ve LGBTİQ+’lar olarak kendi kimliğimizi özgürce ifade etme, ayrımcılık ve nefret söylemlerine karşı omuz omuza durarak gücümüzü gösterme çabamızı birleştiriyor. AKP’nin toplumu tek bir kalıba sığdırma çabasına karşı, bizler üniversite sıralarından meydanlara taşıdığımız sesimizle, hetero-patriyarkal kapitalizmin sınırlarını aşma mücadelesindeyiz.

Ancak bizler, bu dayatmalara karşı yan yana, omuz omuza durarak direnişin ve dayanışmanın gücüne inanıyoruz. Her bir adımımız, sesimiz, meydanlarda ve kampüslerde yankılanan kararlılığımız, bizi bu baskılara karşı daha güçlü kılıyor. Özgürlüğümüzü, kimliğimizi, haklarımızı savunmak için mücadele etmekten geri durmayacağız.

Bizler, bu dayanışma içinde sadece AKP’nin politikalarına değil; aynı zamanda hetero-patriyarkal kapitalizmin dayattığı tüm toplumsal sınırlara da başkaldırıyoruz. Kadınlar ve LGBTİQ+’lar olarak yan yana gelerek oluşturduğumuz bu direniş hattı, toplumsal mücadelemizde öncül bir yol çiziyor. Dayanışmamız, özgürlüğümüz; direnişimiz, varlığımızdır.

Cevap bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir