Home / Yayınlarımız / Üniversiteliler Emperyalizme Karşı Direnen Halkların Safında

Üniversiteliler Emperyalizme Karşı Direnen Halkların Safında

Emperyalist-kapitalist sistemin içinden geçtiği kriz her geçen gün derinleşiyor ve kendini dünya genelindeki sıcak çatışmalar, göç politikaları, katliamlar ile göz önüne çıkarıyor. Bu krizin en önemli kırılma noktalarından birisini ise 7 Ekim 2023 Aksa Tufanı ve ardından gelen soykırım süreci oldu. 2020’lerin başından beri süregelen dünya geneli bölgesel çatışma süreçlerinde bu kırılma noktası ile beraber Orta Doğu’daki politik güç dengeleri yeni bir aşamaya geçti. Filistin’deki direniş örgütleri ve Şii Direniş Ekseni büyük derecede kayıp yaşadı. Suriye’de 11 yıllık iç savaş süreci Esad iktidarının devrilmesi ve HTŞ’nin Suriye’de yeni bir rejim inşasına girişmesiyle sona erdi. Bu yeni rejimin inşası sırasında özellikle Alevi halkının yaşadığı bölgelerde katliamlar süreci, Filistin’deki soykırımın gösterdiği büyük bir toplumsal travmanın Suriye’deki örneği oldu adeta. Emperyalist sistemin içine girdiği yeni kriz döneminin Türkiye’deki yansıması ise ancak Ortadoğu’daki yeni şekilleniş ile anlaşılabilir. Türkiye egemen sınıfları bu yeni şekilleniş içerisinde Kürt Hareketi’nin barış talebini gündeme almak ve yeni bir süreç başlatmak zorunda kalmışlardır. 

Bu yazıda mevcut koşullar içerisinde saldırganlığıyla doğrudan karşı karşıya kaldığımız emperyalist-kapitalist sistemin işleyiş mantığı temel hatlarıyla açıklanmaya çalışılacak, halkların düşmanlaştırılmasına, yok edilmesine karşı üniversitelilerin kimin safından niçin durduğu anlatılacaktır.

Kapitalist Sistemin Yayılmacı Tahakküm Dönemi: Emperyalizm

Emperyalizm, yalnızca ekonomik ve askeri gelişmeler üzerinden yorumlanabilecek bir sistem değildir, aynı zamanda politik ve ideolojik bir tahakküm biçimidir. Günümüzde sermaye tamamen uluslararası bir boyuttadır ve her alana sirayet etmektedir. Sadece üretim ve finans alanlarını değil, turizm ve kültür gibi üretim olmayan alanlar da sermayenin kontrol alanına girmiştir. Borsa spekülasyonları, dijital işlemler ve blockchain sistemler ve kripto para gibi kavramlar finans sektöründe hiçlikten değer üreterek sermaye birikimi sağlamaktadır. Dijital platformlar da bir yandan telif hakları, abonelik ücretleri ve ek özelliklerin satışı gibi kaynaklardan para kazanırken bir yandan da kullanıcı verilerini toplayarak ve işleyerek satmakta, veriler üzerinden kar elde etmektedir. Google, Amazon ve Meta gibi dev şirketler bu sermaye birikiminin temel merkezi halindedir. Geleneksel sömürgeciliğin ve fiili işgalin yerini alan yeni sömürgecilik ile ülkelerin kendi ekonomisini kurması engellenmektedir. Yatırım adı altında yapılan sermaye ihraçları, aşırı düşük ücretlerle çalıştırılan işçilerin uğradığı ekstra sömürü ve ucuza elde edilen hammaddeler ile emperyalist sermaye, bu yeni sömürge ülkelerdeki artı değeri kendi bünyesine akıtarak olası rakiplerin önünü kesip tekelleşmeyi sağlamlaştırmaktadır. Merkezlerdeki ücretten düşük emek ücretleriyle üretilen metaları merkezdeki fiyatına göre satarak aşırı kar elde etmekte ve ABD gibi merkez emperyalist ülkelerde işçi aristokrasisinin oluşmasına ve olası isyanların önünün kesilmesine olanak yaratmaktadır. Bu yapılanma, bağımlı ülkelerin iktisadi, siyasi ve kültürel özerkliğini zayıflatarak, merkez sermayenin çıkarlarına uygun bir iç pazar ve siyasal istikrar ortamı yaratmaktadır.

Kapitalizmin en yüksek aşaması olan emperyalizm, tarihiyle dünya halkları üzerinde ne denli büyük bir travmaya yol açtığını kanıtlamıştır. Birinci ve ikinci emperyalist paylaşım savaşları dönemleri, bu dönemler haricindeki insanlık suçları, kitlesel yok oluşlar, sermaye düzeninden kaynaklanan toplumsal felaketler… Her biri bu düzenin halklara hiçbir vaadinin olmadığının, olamayacağının kanıtıdır. Buna karşın on yıllardır emperyalizmi yıkacak kudrete sahip olan halklar, bu sistemin çatlaklarından sızıp yeni bir toplumsal tahayyülü gerçek kılamamaktadır. Bunun en önemli sebebi ise halkların birbirine düşmanlaştırılmasıdır.

Emperyalizmin Halkları Düşmanlaştırma Politikaları

Emperyalist-kapitalist sistemin güç aldığı en önemli olgulardan biri halkların birbirine düşman edilmesidir. Halkları düşmanlaştırma çalışmalarının başında ise göçmen politikaları gelmektedir. Göçmen emeği, düşük ücretli, güvencesiz ve çoğu zaman sendikasız koşullarda çalıştırılarak sermaye için bir aşırı sömürü alanı oluşturmaktadır. Bu aşırı sömürüyü korumak adına sermaye, iktidarlar ile ortak hareket ederek göçmen nefretini örgütlemekte, hukuki düzenlemelerde hakları tamamen vatandaşlık üzerinden kurarak “vatandaş” ile “göçmen” ayrımı oluşturmakta ve göçmenleri güvencesiz ve düşük ücretli iş koşullarına mahkum etmektedir. Tam bu noktada ortaya çıkan bir diğer çelişki metropollerdeki üretim alanlarında göçmen emeğinin vazgeçilmez bir rol oynamasına rağmen göçmenlerin sürekli dışlanma ve kriminalize edilme tehlikesiyle karşı karşıya olmasıdır. “Göç politikaları” adıyla cisimleşen bu emek politikaları yine uluslararası sermayenin aşırı sömürüyü sürdürme planının temel taşıdır. Göz atmamız gereken bir diğer kavram ise sınır şiddetidir. Sınır şiddeti, göçmenlerin sadece ekonomik açıdan sömürülmesini değil, aynı zamanda fiziksel açıdan da şiddetle karşılaşmalarına yol açar. Avrupa’nın güney sınırları ile Amerika’nın Meksika sınırındaki askeri güçler, fiziksel sınır duvarları, tel örgüler, toplama kampları ve memlekette “geri gönderme merkezi” adıyla gördüğümüz zorla sınır dışı etme uygulamaları sınır şiddetinin temel araçlarıdır. Sınır bölgelerinde bu araçlar ile göçmenler özgürlüklerinden mahrum bırakılmakta, eşyalarına el konulmakta ve çeşitli işkencelere maruz bırakılmaktadırlar. Ayrıca sınır şiddeti iktidarın popülist söylemler ile göçmen nefretini ve faşizmi kitlelere yaymakta bir araç olarak da işlev göstermektedir. Bütün bu pratikler hem sermayenin sınırları aşmasına hem de emeğin ulusal sınırlara hapsolmasına yol açmaktadır.

Salt göç krizi değil, aynı zamanda belli kültürel, siyasi, dini, etnik olgular öne sürülerek çatışma süreçleri yoğunlaştırılmaktadır. Bugün İsrail, soykırımı Filistinlileri “hayvan” olarak tanımlayarak meşrulaştırmaya çalışıyor. HTŞ, Alevilere yönelik toplumsal nefretten güç alarak bu katliamları yapacak gücü ve cesareti bulabiliyor. Türkiye’de göçmenlere yönelik önyargı ve nefret gündelik hayatın içinde sürekli yeniden örgütleniyor, göçmen bir maden işçisi yakılarak öldürülebiliyor. Bu olaylar dünyanın her yerinde münferit birer durum olarak değil, düzenin yıkıcı olgusu olarak karşımıza çıkıyor.

Üniversiteliler Kimin Safında, Neyi Savunuyor?

Emperyalist politikaların etkilediği bir diğer alan ise üniversiteler. Bologna süreci ile başlayan ve aslen bilgi üretim merkezleri olan üniversiteleri, “az-gelişmiş” ülkelere medeniyet götürme projesi altına gizleyerek üniversiteleri sermayeye eklemlenen kalifiye eleman üretme merkezine çevirmektedir. Bologna sürecinden sonra üniversiteler halk için bilgi üretimine değil sermayenin AR-GE merkezlerine dönüştürülmüştür. Ayrıca emperyalist savaşları finanse etmek ve kar sağlamak adına savaş endüstrisi için teknoloji üretilmesi iktidar eliyle sağlanmıştır. Bunun en net örneği özellikle mühendislik fakültelerinde öne çıkan Teknofest’lerdir. Teknofestlerde mühendislik öğrencilerinin ürettiği teknolojiler Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ve iktidarın savaş endüstrisindeki kolu olan BAYKAR işbirliğinde emperyalist savaş adına kullanılmaktadır. Ayrıca İsrail’de aynı şekilde savaş endüstrisine yaptığı yatırımlar ve İsrail İşgal Ordusuyla yaptığı işbirlikleriyle bilinen Hayfa Üniversitesi ve memlekette bu üniversite ile anlaşmaları bulunan üniversiteler, emperyalist savaşın tamamen sermaye adına yapıldığının bir göstergesidir.

Bunlar göz önüne alındığında kampüsler yalnızca öğrencilerin veya memleketin genel sorunlarının sirayet ettiği alanlar olarak değil emperyalist politikaların da hedefinde olan mekanlardır. Kampüsleri bugün anti-emperyalist mücadelenin kritik mekanlarından birisi haline getirmek görevimizdir. Nasıl 68’de Vietnam ve Filistin halkının mücadeleleri ile yükselen anti-emperyalist mücadelenin çıkış yeri kampüsler ise bugün de kampüsleri emperyalist krizleri derinleştirmek ve mücadeleyi örgütlemek için birer mekan haline getirmemiz gerekmektedir. Emperyalist politikaların ortaya çıkardığı göçmen nefretine, ırkçılığa, kariyerizme, kampüslerin sermayeye açılmasına, iktidarın hegemonyasına karşı mücadele etmek; üniversiteleri halk için bilgi üreten, özerk-demokratik yapılara çevirmek için kritik bir noktadır.

Sonuç: Anti-Emperyalist Hat, Bugün Üniversitelerde de Örgütlenmelidir

Emperyalist-kapitalist sistemin krizinin daha da derinleştiği bu tarihsel kesitte, üniversiteler yalnızca bilimsel bilginin üretildiği alanlar değil, emperyalist tahakkümün yeniden üretildiği mekânlar haline gelmiştir. Teknofest’lerle savaşa insan kaynağı yetiştirilen, AR-GE adı altında emperyalist endüstriye entegre edilen kampüsler; artık yalnızca eğitimin değil, savaşın da laboratuvarıdır.

Bu düzenin krizini fırsata çeviren sermaye, savaş teknolojileriyle karını katlarken; aynı zamanda içeride göçmen düşmanlığı, sınır şiddeti ve ırkçı söylemlerle kitleleri hizaya getirmektedir. Üniversite gençliği ise bu hizalanmayı kırabilecek, düzenin kurduğu safları dağıtabilecek biricik toplumsal dinamiği temsil eder. Çünkü emperyalist tahakkümün kurduğu en görünmez duvarlar; kampüslerin duvarlarıdır.

O halde önümüzde iki görev durmaktadır: Birincisi, emperyalist politikaların kampüslerdeki yeniden üretimini ifşa etmek ve bu düzene ideolojik-politik bir itiraz örgütlemektir. İkincisi ise üniversiteleri, halkların mücadelesiyle birleşen, bilgi üretimini sermaye için değil toplum için örgütleyen, savaşa değil yaşama hizmet eden bir hatta yeniden inşa etmektir.

Bu görev yalnızca bir teşhir değil, bir kurma faaliyetidir. Bugün kampüslerde atılacak her adım, üretilecek her alternatif bilgi, her dayanışma ağı; emperyalist saldırganlığa karşı örülecek devrimci bir savunma hattının ilk tuğlası olacaktır.

Bugün anti-emperyalist mücadele, “bizim dışımızdaki” cephelerde değil, doğrudan içinde yaşadığımız mekanlarda yürütülmek zorundadır. Savaşın kodlarının yazıldığı laboratuvarlara, nefretin yeniden üretildiği amfilere, sermayeye hizmet eden diplomalara karşı; halklar arasında dayanışmayı, ezilenler arasında örgütlü mücadeleyi savunmak, üniversiteli gençliğin tarihsel ve politik sorumluluğudur.

Emperyalizme karşı mücadelenin halkların kardeşliğiyle birleştiği bir çizgiyi, şimdi üniversitelerde kurma zamanıdır.

Cevap bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir